30 Ekim 2009 Cuma

Şia nedir? Sia nedir?

Şia; Hz. Âişe (r.anha) inanmıyor da. Münafıkların reisi Abdullah b. Ubey ve arkadaşlarına inanıyor. Anlaşılır değil. (Not: iftiraya inananlara söylüyoruz. İftiraya inanmayan Şia’ya değil biz İslam kardeşiyiz.)
ALLAH(c.c)’a toptan inanıyorsan oku. ALLAH(c.c) ezeli ve ebedi bilendir. Yaşanmış ve yaşanacak olanları bilendir. Levh-i Mahfûz’da (yazılı amel kitabı)da yazılmış kayıt altınadır.
Bakara/253 - O işaret olunan resuller yok mu, biz onların bazısını, bazısından üstün kıldık. İçlerinden kimi var ki Allah, kendisiyle konuştu, bazısını da derecelerle daha yükseklere çıkardı. Biz Meryem oğlu İsa'ya da o delilleri verdik ve kendisini Rûhu'l-Kudüs (Cebrail) ile kuvvetlendirdik. Eğer Allah dileseydi, bunların arkasındaki ümmetler, kendilerine o deliller geldikten sonra birbirlerinin kanına girmezlerdi. Fakat ihtilâfa düştüler, kimi iman etti, kimi inkâr etti. Yine Allah dileseydi, birbirlerinin kanına girmezlerdi. Fakat Allah dilediğini yapar. Haydi, şimdi cevap ver. Hz. Âişe (r.anha) iftira olayını ALLAH(c.c) biliyordu neden yaşattı. Neden ayet-i kerime ile niye akladı. Düşünenler için hikmet vardır. Hep imtihan, inananlar ve inanmayanları ölçmek için. Bak işte inanalar var inanmayanlar var. İnananların nereye inanmayanların nereye gideceklerini de Kur-anı Kerim de haber veriyor. Ehli-sünnet bırak inanmamayı. İftirayı aklımızdan bile geçirmeyiz. ALLAH(c.c) temizdir diyor. Yoksa (Hz. Lût'un karısı, Lût'a (as) inanmamıştı. O çirkin fiilde kavmine yardım etmiş, fakat küfrünü izhar da etmemişti. Dolayısıyla münafıktı; münafığın akıbeti, Kur'ân-ı Kerim'in beyânına göre, kâfirinkinden daha beterdir.
Lût (as), peygamber olarak gönderildiği kavmin yabancısı idi. O kavmin içinde doğup büyümüş biri değildi. Sizi savacak güçlü bir dayanağım olsaydı' ayeti bu gerçeği ifade etmektedir. Dıştaki düşmanlarına karşı maddî yönden mukabele edemeyen bir peygamber, hanesi içinden de ihanete uğrarsa, işte o zaman, Kurân'ın dediği gibi, kol-kanat kırılır ve göğüs de daralır. Hele bu ihanet insana, her gün kendisiyle aynı yastığa baş koyan karısından gelirse...) bu ayette olduğu gibi ALLAH(c.c) Hz. Âişe (r.anha)’yı ayet-i kerime ile temize çıkartmaz Hz. Âişe’yi geride bırak buyururdu Peygamber(s.a.v) Efendimize. Öyle buyurmaz mıydı? Biz ALLAH(c.c)’a inanmayalım da size mi inanalım. Kime inanırsın başkalarının söylediğine mi? ALLAH(c.c)’a mı? Biz Ehli-sünnet Allah’a inanıyoruz başkalarının söylediklerine inanmıyoruz. Nur suresini oku. http://fikih.ihya.org/islam-fikhi/iftira.html
Neden bu olay yaşantı. Hikmet var dedik. Müslümanların amel edeceği. 1)Nur suresi indi.2)böyle bir olay yaşanırsa nasıl davranacağımız emrediliyor kargaşalık olmasın diye örnek bir amel.3) ümmetin en değerlileri ile yaptırılıyor ki daha inandırıcı olsun. İftira son derece kötü ve tahrip edici bir hadisedir. Hem iftirayı yapan ve hem de kendisine iftira edilen kimse için oldukça rahatsız edici bir tutumdur. İftira sonucunda insanlar arasındaki sevgi ve dostluk bağları zayıflar; dayanışma gücü ortadan kalkar. İnsanlar birbirine güven duymaz olurlar. Bu güvensizlik, bir toplumun sosyal hayatını tamamen felce uğratan yıkıcı bir etki yapar. İftira, toplumdaki güzellikleri yakıp bitiren bir ateş gibidir.
İftira, toplumda adaletin tam olarak etkisini kaybettiği zamanlarda yaygınlaşabilen bir sosyal ve ahlâkı hastalıktır. Çünkü adaletsizlik ve takipsizlik, kötü fiillerin yaygınlaşmasına ve artmasına yol açan bir başıboşluğa sebep olmaktadır.
İslâm’da iftira konusu, üzerinde oldukça fazla durulan bir konu olmaktadır. Çok sayıda ayet-i kerime, iftira'nın özelliğinden ve onun Allah'ın nezdinde sevilmeyen ve hatta yerilen bir davranış olduğundan bahsetmektedir.
İftiranın en ağırı namus üzerine atılan iftiradır. Bunu, Hz. Âişe ile ilgili olarak "Irk"* olayında görmekteyiz Olay özet olarak şöyle cereyan etmiştir: Hz. Peygamber ashab-ı kirâmla sefere çıkarken, kura ile belirlenen bir eşini de beraberinde götürürdü. Bu usulle, Mustalıkoğulları Gazâsına da Hz. Âîşe katılmıştı. Konaklama yerinde, devenin üzerindeki gölgelikten (mahfel) tuvalet ihtiyacı için çıkan Âîşe (r.anhâ), dönüşünde gerdanlığını düşürdüğünü fark etmiş, aramak için yeniden çıkmıştır. Bu sırada ordu yola çıkmış, Hz. Âîşe, devenin üzerindeki gölgeliğin içinde zannedilmiştir. Dönüşte unutulduğunu anlayan Hz. Âîşe, orada beklemiş, ordunun arka gözcüsü Safvân b. Muattal O'nu devesine bindirerek yolda orduya yetiştirmişti.
Münâfıkların reisi Abdullah b. Ubey ve arkadaşları bunu fırsat bilerek Hz. Âîşe'ye zina iftirasında (ifk) bulundular. Bir aydan fazla bir süreyle bu dedikodu Medine’de dolaştı. Hz. Peygamber ve Âîşe validemizin yakınları bu olaya çok üzüldü.
Daha sonra Hz. Âîşe Nûr suresindeki şu ayetlerle temize çıkardı:
"O uydurma haberi getirip iftira (ifk) atanlar, içinizden bir topluluktur. Onu kendiniz için bir ser sanmayın, bilakis o, sizin için hayırdır. İftirada bulunanlardan her birinin kazandığı günaha göre cezası vardır. Onlardan günahın en büyüğünü yüklenene de büyük bir azap vardır."
"İftirayı işittiğiniz zaman, mümin erkeklerin ve mümin kadınların, kendiliklerinden hüsn-ü zanda bulunup da: "Bu apaçık bir iftiradır" demeleri gerekmez miydi?"
"Bir de dört şahit getirmeleri gerekmez miydi? Mademki, bu şahitleri getiremediler, o halde onlar, Allah nezdinde, yalancıların da kendileridir"
"Eğer Allah'ın lütuf ve merhameti, dünyada ve ahirette üzerinizde olmasaydı, yaydığınız fitne yüzünden, size mutlaka büyük bir azap dokunurdu."
"Siz o iftirayı dilinize dolamıştınız. Hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadığınız şeyi ağzınızla söylüyor ve onu önemsiz bir şey sanıyordunuz. Hâlbuki bu, Allah nezdinde büyük bir günahtır "
"O asılsız sözü duyduğunuz zaman: "Bunu konuşmak bize yakışmaz. Hâşâ! Bu büyük bir iftiradır" demeniz gerekmez miydi?" (en-Nûr, 24/1116).
Hz. Peygamber inen bu ayetleri tebliğ ettikten sonra; "Ya Âîşe, Allah'a hamd et. Allah seni, iftiracıların isnadından kesin olarak berî kıldı" buyurdu. Bunun üzerine Âîşe (r.anhâ) nin annesi: "Kızım, kalk da Resulullah (s.a.s)'a teşekkür et" deyince, Hz. Âîşe; "Hayır kalkmam ve yalnız Allah'a hamd ederim" diye cevap verdi
(bk. Buhârî, Tefsîru Sûre, 24/6, Meğâzi, 12, 32, 34, Şehâdet, 2, 15, Eymân, 13, 18, I'tisâm, 28, Tevhîd, 35, 52; Müslim, Tevbe, 56; Ebû Dâvud, Salât, 122; Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 194, 195, 197; Kamil Miras, Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi, Ankara 1984, VIII, 73-97).
İftira eden kimse, bununla amacına ulaşamaz ve sonunda dünyevî ve uhrevî bakımdan kendisi zararlı çıkar. Nebî (s.a.s) "Iftira eden kimse zarara uğramıştır" (Ahmed b. Hanbel, I, 91) buyurur.
İffetli bir kadına zina isnadında bulunup da bunu dört erkek şahitle ispat edemeyen bir kimse kazıf cezasına çarptırılır. Bunlara ceza olarak seksen değnek vurulur ve bundan sonra şahitliklerine güvenilmez (bk. en-Nûr, 24/4; "kazf" mad.). Zina isnadında bulunan kimse kadının kocası olur ve dört şahitle bunu ispat edemezse "mulâane" yoluna başvurulur (bk.en-Nûr, 24/6-9; "Liân" mad.).
En ağır iftirayı atan kimse bile sonradan pişmanlık duyar ve durumunu düzeltirse Cenâb-ı Hakkın mağfiretine nail olabilir (en-Nûr, 24/4-5).
Günümüzde fertlerin birbirine iftirası yanında basın ve yayın yoluyla da iftiralar yapılmaktadır. Namus, iffet, haysiyet ve zimmet üzerindeki bir iftira ne kadar çok yayılırsa, iftiracının sorumluluğunun da o nispette artması tabiidir. Ayette şöyle buyurulur: "Mümin erkek ve o kadınlara işlemedikleri bir günahla eziyet edenler (onlara iftira atanlar), doğrusu açık bir günah yüklenmişlerdir" (el-Ahzab, 33/38).
Hz. Meryem’e bile iftira atan ırkın söyledikleri hiçbir şeye inanmayın. Hz. Âişe (r.anha) iftira atan da aynı olan ırka inanacağımda; ALLAH(c.c)’a, Peygamber Efendi’mize(s.a.v) ve sahabelerimize inanmayacağım; bu delilik. Başka ne denir?
Hem bu iftirayı atan kim. Münafıkların reisi Abdullah b. Ubey ve arkadaşları. Nasıl bir kişi ve kişilikte ki ona amma da inanan Şia var hayret. Sözüne inanılacak bir zat öyle mi? Onun dediği nasıl kabul edilir. İslam düşmanının en büyüğünün sözüne nasıl inanılır?
BAKARA/98 - Her kim Allah'a, Allah'ın meleklerine, peygamberlerine, Cebrail ile Mîkâil'e düşman olursa, iyi bilsin ki, Allah da o kâfirlerin düşmanıdır.
BAKARA/285 - Peygamber, Rabbi'nden kendisine ne indirildiyse ona iman etti. Müminlerin de hepsi Allah'a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler. "Biz Allah'ın peygamberleri arasında ayırım yapmayız, duyduk ve itaat ettik. Ey Rabbimiz, bağışlamanı dileriz, dönüş ancak sanadır." dediler.
Tevbe/104.Onlar, kullarının tövbesini kabul edenin ve sadakaları alanın Allah olduğunu; tövbeyi çok kabul edenin, çok merhametli olanın Allah olduğunu bilmediler mi?
Tevbe/66.Boşuna özür dilemeyin! Çünkü siz, (sözde) iman ettikten sonra küfrünüzü açığa vurdunuz. İçinizden (tövbe eden) bir zümreyi affetsek bile, suçlarında ısrar etmeleri sebebiyle, diğer bir zümreye azap edeceğiz.
ALLAH(c.c) rızası için her sorunuzun cevabı Kur-anı Kerim de var. Hiç değilse mealini oku ondan sonra imanını yükseltseniz çok mu? Zor. En doğrusunu ALLAH(c.c) bilir. 30.10.2009

27 Ekim 2009 Salı

HZ. Ali (kerremellahü vecheh),H.Z HASAN,H.Z HÜSEYİN boşuna mı? Şehit oldu?

Müslümanlar kavga etmesin, yönetimlerini yaşanmış olanlara bakarak ,seçelim,mutlu olalım diye.

Başlarında HZ. Muhammet(s.a.v) ile.HZ.ALİ(kerremellahü vecheh), HZ.HASAN, HZ.HÜSEYİN VE Ashab-ı Kiram; ALLAH’IN dini İslam için: Umutlarını huzurlarını, rahatlıklarını, konforlarını, sağlıklarını, ömürlerini, aşklarını, beğenilerini, muhabbetlerini, sevdalarını, tutkunluklarını, gülmelerini, ağız tatlarını, düzenlerini, varlıklarını, lükslerini, hırslarını, ihtiraslarını, düşkünlüklerini, tamahlarını, azıklarını, katıkları, yemeklerini, gıdalarını, eşyalarını, mal mülklerini, servetlerini, varlıklarını, amirlerini, liderlerini, önderlerini hiç geriye bakmadan bıraktılar; cefa, dert, eza, hicran, hüzün, elem, eziyet, gariplik, işkence, hüsran, kahır, üzüntü, keder; yürekler paralayıcı ağır belalı, çetin, meşakkatli, sıkıntılı, yalçın, zahmetli bir yolda ALLAH’IN dini İslam’ı sırtlandılar. Hem ALLAH’IN dini İslam’ı yüceltmek hem de kendilerinden sonraki Müslümanlara kendilerinin serlerini, kanlarını, canlarını kurban ettiler. Yarın Müslümanların başına bir hal gelirse yolunu seç. HZ. ALİ veya bağımsız veya Şam valisinin yolunu tutarsan sonunuz böyle olur işte örmek istiyorsan sonuçlarını baştan bilebilirsin. Ve bu yüzden can, kan, ser verdiler. Artık ayrılık benzeşmezlik, farklılık, benzemezlik olmasın. Bakın ve kendimizi düzeltin. Bakın kendimizi diyorum. İslam bayrağı tekdir herkes onun altına. Daha ne vereceklerse hepsini verdiler. Niçin. Bizden sonra gelecek Müslümanlar kavga, arbede, atışma, birbirine düşme, birbirine girme, boğazlaşma, boğuşma, çarpışma, çatışma, çekişme, dövüşme, hesaplaşma, itişme, savaş etme, takışma, uğraşma, vuruşma, zıtlaşma olmasın diye. Hepsini bizim için yaptılar. Bak işte en değerlilerimiz ile yapılmıştır ki ibret ve öğrenmemiz için. Sonucu belli olan bir olay için; dur bakalım biz de yapalım bakalım nasıl oluyo denir mi? Bir olmak varken ikilik niye?
Uzun ama özeti şu; Peygamber (s.a.v) efendimiz zamanında en kötüsü ve en iyisi yaşanmış. Daha iyisi daha kötüsü kıyamete kadar yaşanmayacak. Yaşanabilecek olursa Peygamber (s.a.v) efendimiz görevini tamamlamamış olur ki böyle bir şey olamaz. Allah Resulü (a.s) buyurdular ki: "Size iki şey bırakıyorum. Bunlara uyduğunuz müddetçe asla sapıtmayacaksınız: "Allah'ın kitab'ı ve Resûlün’ün sünneti." Bu olayların yaşanması gerekiyordu ki yaşantı.( Yoksa kehf sure’sinde) olduğu gibi HZ.Muaviye’nin kafasını Hızır (a.s) ALLAH’IN izni ile keserdi.
En doğrusunu Allah(c.c) bilir.

Hazret-i Muaviye'yi sevilir mi?

Muhammed Haşim-i Keşmi şöyle anlatmıştır: "Seyyidlerden bir genç, medresede talebe idi. Onunla arkadaşlık ederdik. Bir gün ağlayarak yanıma geldi ve başından geçen bir hadiseyi anlattı. İmam-ı Rabbani hazretlerinin büyük bir kerametini görmüştü. Dedi ki: "Hazret-i Ali'ye karşı savaşanları, hele Hazret-i Muaviye'yi sevmezdim. Bir gece senin üstadın İmam-ı Rabbani'nin Mektubat'ını okuyordum. Okuduğum yerde; "İmam-ı Enes bin Malik buyurdu ki: "Hazret-i Muaviye'yi, sevmemek onu kötülemek, Hazret-i Ebu Bekri ve Hazret-i Ömer’i sevmemek bunları kötülemek gibidir. Ona sövene, bunlara sövene verilen cezayı vermek lazımdır" yazılı idi. Bunu okuyunca, canım sıkıldı ve yerinde olmayan bir yazıyı buraya yazmış dedim. Mektubat'ı yere attım. Yatağıma uzandım. Uyudum. Rüyamda, senin o büyük üstadın öfkeli ve kızgın bir halde yanıma geldi. İki mübarek elleri ile kulaklarımı çekti ve "Ey cahil çocuk! Sen bizim yazdığımızı beğenmiyorsun ve kitabımızı fırlatıp, yere atıyorsun. Benim yazımı okuyunca şaşaladın ve inanmadın. Ama gel, seni bir zata götüreyim de gör! Resulullah efendimizin ashabını sevmediğin için, aldandığını ondan işit" buyurdu. Beni çekerek, bir bahçeye götürdü ve kapısında bırakıp kendisi yalnızca ilerledi. Uzakta görünen büyük bir odaya doğru yürüdü. Orada nur yüzlü, büyük bir zat oturuyordu. Çekinerek ve saygı ile o zata selam verdi. Önünde diz çöküp oturdu. Ona bir şeyler söylüyor, beni gösteriyordu. Uzaktan bana bakışlarından benden bahsettiği anlaşılıyordu. Biraz sonra senin o yüksek üstadın imam-ı Rabbani, kalktı. Beni çağırdı. "Bu oturan zat, Hazret-i Ali'dir. İyi dinle! Bak ne buyuruyor" dedi. Yanlarına gidip, selam verdim. "Sakın, sakın! Resulullah efendimizin ashabına karşı, kalbinde bir dargınlık bulundurma! O büyüklerden hiçbirini, asla kötüleme. Aramızda muharebe şeklinde görünen işlerimizin, hangi iyi niyetlerle yapıldığını, biz ve o kardeşlerimiz biliriz!" dedi. Senin yüksek hocanın adını söyleyerek; "Bu zatın yazılarına da sakın karşı gelme!" buyurdu. Bu nasihati dinledikten sonra, kalbimi yokladım. Bu husustaki tereddüdün ve soğukluğun, kalbimden çıkmadığını gördüm. Bu hâlimi hemen anladı. Öfkelendi. Senin yüksek hocana bakarak; "Bunun gönlü daha temizlenmedi. İyi bir tokat vur!" dedi. Şeyh hazretleri, kuvvetli bir tokat vurdu. Tokadı yiyince, kendi kendime; "Bunu sevdiğim için onlara düşmanlık etmiştim. Hâlbuki kendisi onlara düşmanlığımdan bu kadar çok incinmektedir. Bu halden vazgeçmeliyim!" dedim. Kalbimi yokladım. Düşmanlık, kırgınlık kalmamış, tertemiz buldum. O anda uyandım. Şimdi de kalbim o kinden temizlenmiştir. O rüyanın, o sözlerin tadı, beni başka hale soktu. Kalbimde Allah’tan başka hiçbir şeyin sevgisi kalmadı. Senin yüksek hocan imam-ı Rabbani'ye ve onun yazdıklarındaki marifete inancım iyice arttı."

MECNUN VE NAMAZ KILAN DERVİŞ

Yanıklığıyla ve ceylanlarıyla kendini aşka çağıran çöldedir mecnun. Dolaşır bir baştan bir başa. Yüreğinde aşka ırmaklar akar çöl kumlarında. Gönlünü avutur. Dolaştığı günlerden bir gün. Fark edemez namaz kılan bir dervişin önünden geçtiğini Leyla’dan başkasını görmeye yasaklı gözleriyle göremez,namaz kılan dervişi. Namaz biter. Kırk yıllık bekleyiş yükünü bilen derviş kızar mecnuna. Özür kuşanmış kelimelerin ardından, paslı vicdanlara bir hançer gibi saplanan sözler dökülür Leyla kitabı okuyan dudaklardan. “kusura bakma derviş baba, ben Leyla’nın aşkından seni göremedim. Ya sen, huzurunda bulunduğun Mevla’nın aşkından beni nasıl gördün?” kısacası. Hangi iş olursa olsun severek yapılan iş sonrası ise yorgunluk değil tatlı bir huzur kalır bizlere.

“ALLAH isterse deveyi iğne deliğinden geçirir mi?, geçirmez mi?”…

Velinin birine sormuşlar: “ALLAH isterse deveyi iğne deliğinden geçirir mi?, geçirmez mi?”…
“- Geçirir.”
Demiş veli… Kuru akıl yine sormuş:
“-nasıl geçirir, deliği büyüterek mi, deveyi küçülterek mi ?”…
Veli gülmüş, demiş ki:
“-İsterse deliği büyüdür, isterse deveyi küçültür, isterse de ne onu yapar, ne onu, yenide GEÇİRİR.”

Allah(c.c)’la kul arasına girilir mi?

Allah(c.c)’la kul arasına girilir mi?
HZ.ALLAH’LA KUL ARASINA GİRİLMEZ!
Demişti. Hep öyle derler: “ HZ.ALLAH’LA KUL ARASINA GİRİLMEZ!. Vasıta sokulmaz!”
Ona dedim:
“- Budala, İstanbul ‘tan Üsküdar’a geçmek için vasıtaya muhtaçsın, ebedi hayata geçmek için vasıtaya muhtaç olunmaz ne demek?”
Bir tekneye muhtaçsında ebedi hayata geçebilecek olan manevi füzeye nasıl sırt çevirebilirsin? Aslında zaten ALLAH’LA KUL ARASINA GİRİLMEZ.
ALLAH DİYOR Kİ:
“- BEN KULUMA ŞAH DAMARINDAN DAHA YAKINIM!”
Ama böyleyken ALLAH’A giden yolların kılavuzları ve trafik memurları vardır. Onlara herkes muhtaç!... İşte küfrün bu ucuz diyalektiğine verilecek cevap… Daha neler neler!... Kayseri’ye bundan yirmi sene evvel geldiğim zaman bir zatla karşılaştık. Bilmiyorum şu dakika aranızda mı? Ramazan günüydü. Sordum:
“Nedir bu hal, ramazan günü yaptığınız?”
Dedi ki:
“Allah’ın bildiğini kulundan niçin salkıyayım!”
Bunu hep söylerler. Samimiyetsizliği bize isnat ederler, kendilerine samimiyeti yakıştırırlar.
Ona dedim ki:
“ALLAH senin tenasül aletin olduğunu da biliyor, niye saklıyorsun?”
Demek ki, kula karşı utanmak, ALLAH’A karşı hicabın=(ar, hayâ, utanç) ifadesidir. Kula karşı utanmadığını gösteren, ALLAH’TAN utanmıyor demektir. Yani ALLAH’DAN korkmadığını kula göstermenin küfür cesaretini tensil ederler ve bunu samimilik bilirler. Orucu tutmayabilirsin, nefis korkunçtur! Git, bir kapkaranlık odada zıkkımlan fakat gösterme!
N.F.KISAKÜREK: SAHTE KAHRAMANLAR Sayfa:155

N.F.KISAKÜREK:SAHTE KAHRAMANLAR

N.F.KISAKÜREK: SAHTE KAHRAMANLAR Sayfa:
Avrupalıların MAYMUN avlamakta bir usulleri var: gidiyorlar MAYMUNLARIN TOPLU bulunduğu bir orman köşesine yeri kazıyorlar. Testi gibi, boğazı dar bir şey gömüyorlar toprağa ve içine fındık dolduruyorlar. Sonra ellerini sokuyorlar küpe, fındığı alıp bırakıyorlar. Maymun ağaçlardan bakıyor, ne yapıyorlar diye… Avcılar tekrar gösterip, gidiyorlar. Maymun iniyor ağaçtan elini sokuyor, fındığı alıyor, avucu şişiyor, çekiyor çıkaramıyor. Bırakmayı da düşünemiyor ve canlı canlı yakalanıveriyor. İşte garbın bizi yakalaması böyle olmuştur! Tanzimat devri sonrası da bu misalin içine girer. Ayrıca tek misal vermeye lüzum yok.! Hep budur,daima budur. S:123
Der ki CENGİZ :
“Bir çivi bir nalı,bir nal bir tırnağı,bir tırnak bir ayağı,bir ayak bir atı,bir at bir kumandanı,bir kumandan da bir milleti mahveder…”
Netice: Bir çivi bir milleti mahveder… (aksiyoncunun ) nizam görüşünü ve hadiselere bakışını görün!
RÖNESANS
Rönesans hareketi… Bu, Müslümanlık davası güdenlerin,üstünde en çok durmaya mecbur oldukları bir iştir. Çünkü Rönesans bizim eserimiz olmalıydı. Niçin garplıların eseri olmuştur?
Evvela Rönesans (Hümanist)lerin bir kültür meselesi, fakat izah edeyim . Bizde birçok muharrir hümanizm nedir bilmez. İnsaniyetçilik mezhebi zannederler onu. Kahkaha ile gülmek lazım hümanistler ilk yunan metinlerini tercüme eden ve ilk membaın ışıklarını veren arayıcılardır. Yunan metinlerini nerden bulacaklar? Roma yunanı mahvetmiş,barbarlar da Roma’yı silmiştir. HÜMANİSLER bu iki medeniyete ulaştırıcı vesikaları Araplardan almışlardır. Araplar bütün eski Yunan eserlerini bulup tercüme etmişlerdi. Ve Yunan eserleri Arapçaya intikalden sonra Rönesans hareketiyle tekrar garp dillerine döndürülmüş ve asıllarına ulaştırılmıştır. Buradan anlayın hümanistlerin ne olduğunu.
Jan Dark
Fransa,en hayati merkeziyle, İngilizlerce istila edilmiştir. Hiç ümit yok … Halk ezgin,kral şaşkın,ruh ölgün … Ne çıkarsa,böyle zamanlarda çıkar. Bir köylü kızı … Ruhi bir hastalık mıdır.garip bir vecd hali midir,nedir bilinmez… İçinde, Fransa’nın kurtarıcısı olacağına dair bir ilham ve gaipler.
NAPOLYON
… Bu Beş yüzler Meclisi (konvansiyon Nasyonal)dedikleri,Fransa ihtilalını yapan gözü karalar grubundan bir örnektir. Meclise giriyor;yanında sadece iki(grönüdye) neferi… Ve bir anda, bir hamlede meclisi topyekûn tevkif edecek bir hâkimiyet kazanıyor.
Bütün (aksiyon)’ların bir püf noktası vardır. O püf noktasını aştı mı iş sel gibi gider. Ve nefsine inanmış insanlar, o püf noktasını aşmaya bakarlar ve öyle inanırlar ki, AŞACAKLARINI AŞARLAR.
Biraz sonra ona,Fransızların en büyük Tarihçisi (MİŞLE)nin bu (aksiyon) şairi hakkında ne diyeceğini göreceksiniz. Ondan sonra konsüllüğü,ömür süresince , peşinen imparatorluğu . Bütün Avrupa kıtasını fıkırdatıyor,hallaç pamuğu gibi atıyor bütün Avrupa onun aleyhine kalkıyor. Her yere hâkim. İngiltere adası müstesna. Öyle inandırıyor ki kendisini neferine,Moskova dönüşünde sıfırın altında 30 derece soğuk 500 bin kişilik orduyu ekmiş yollara dönerken,hiçbir fertten hezimet ve (inkisar =alınma,beddua,gücenme) edası yoktur. Panik ise onun tatmadığı,yalnız tattırdığı şey. Onun generallerinden,düşman safına geçmiş birisinin Napolyon hakkında bir sözü vardır ki (aksiyon)cu şahsiyeti ve onun kudretini pek güzel çerçeveler.
Bu general karşı tarafa geçtiği zaman generaller toplanıyorlar:
“- Napolyon karşı nasıl hareket edeceğiz?”
Diyor ki,bu general:
“Ben size bir kanun vereyim. Napolyon karşı askeri kaide diye bir şey yoktur!(strateji)sevkulceyş (taktik) tabiye;bunlar bahis mevzuu değil.
Ne var ya?
Napolyon’un bulunmadığı yere hücum edeceksiniz! Onun bulunduğu yerde bir manga olsa mağlup olursunuz!”
Bakın nasıl inandırmış dostunu,düşmanını,adam kendisine. Ve ilk tabiyeyle muvaffak oldular ona karşı. İşte ilk kaybedişi . Tek başına,kendisine sadık birkaç insanla Fransa’ya çıkışı ve tekrar tahta geçişi .bu dünyanın en enteresan vakasıdır. Fransa da krallık iade edilmiştir. Napolyon’un ELBE den kaçtığı duyuluyor ve üzerine ordu sevkedliyor. Bir adamın üzerine koca ordu.
Yanındakiler bir hatıralarında:
“Bizi,diyor;bir yere götürüyordu. Meçhul. Bunun delice ölümden kalır yeri yoktu;diyorduk. Fakat öyle inanıyorduk.”
Napolyon Fransacın cenup sahiline çıkıyor. Ordu,Paris ten cenupa doğru iniyor. O da şimale doğru yol alıyor. Hepsi susmuş . Atların üstünde,çeneler göğüste:
“Nereye gidiyoruz,böyle bir delilik cinnet olur mu?”
Bunların hepsi ibret olsun bize.
Yürüyorlar … Napolyon hiç konuşmuyor,zaten konuşan adam değil… (aksiyon)cunun en ziyade nefret ettiği şey boş sözdür. Napolyon ,boş söz duyduğu zaman:
“-Bırakın bu veba kelimelerini…”
Der …
Asya da o kadar gözü korkmuş ki vebadan,boş söze “veba “diyor…
Yürüyorlar şimale (kuzey) doğru.. Ordu geliyor cenuba(güney) doğru… Nihayet merkezi bir yerde ordunun öncüleri ile Napolyon karşılaşıyor. O dakikada ne olacak? En küçük tereddüt davayı mahvedebilir.
Atına biniyor arkadaşlarına;
“-Siz şurada bekleyin!”
Diyor … Bir dörtnal yapıyor,öncülere doğru ilerliyor. Ve ilk söylediği söz:
“-Yaklaşın,yaklaşın!”
Asker Napolyon’u görüyor,hayretle yaklaşıyor:
“Nerede subayınız?Diyor.
Bir subay peydahlanıyor:
“-Nerede senin asıl birliğinin kumandanı?”
Bu o zaman Alpay,sonra general olan ve (Vaterlo)cenginde Napolyon’u takip eden bir asker …
Bir taşın üstüne çıkıyor,gözü kara (aksiyon) dehası ve diyor ki:
“Asker!... Topuğundan saçına kadar,sen benim eserimsin!Seni bütün dünyanın fatihi yapan adam karşındadır. Ve ben senin imparatorunum!İçinizde imparatoruna kurşun sıkabilecek insan varsa buyursun!”
Ve göğsünü yırtıp açıyor. Büyük tarihçi (Mişle) diyor ki:
“Bir insanın gözü bu kadar kara olursa,cüret bu kadar ileriye giderse iki hareket olur. Ya onbinlerce kurşunla göğsü delinir, orada ölür yahut hurra imparator diye başa geçer. Nitekim ikincisi oldu ve başa geçti.”
Üzerine sürülen orduyu teslim alıyor Napolyon ve Paris’e onunla gidiyor.
O zaman ki matbuatın –bu çok güzel bir misaldir.-ahlakı.
“Alçak kaçtı!”
Serlevhalar:
“Mecnun geliyor! Şanlı krallık ordusu üzerine gönderilmiştir!”
Birden bire bir hafifletme:
“Bu garip adam ne yapıyor?maksadı nedir?”
Daha sonra bir Serlevha:
“Napolyon eşsiz bir askerdir!”
Tam Paris’e yaklaşırken;”Yaşasın İmparator!”
Ve İmparator GİRİYOR İÇERİ…
BASIN AHLAKI!... Bizdeki bundan da beterdir!...
N.F.KISAKÜREK:SAHTE KAHRAMANLAR Sayfa:137
Nazım hikmet
… işte nazım hikmet’in meşhur bir şiirinden iki satır:
“Trum trum…
Makineleşmek istiyorum!”
Onlar için makine –hâşâ –ilahtır. Ruhçu filozoflar makinenin bir kuruş etmediğini ifade etmişlerdir.
Ve demişler ki:
“insan kendi keşfine hâkim olamazsa keşfi ona hâkim olur. İnsanın tabi bir ırgat, bir köle diye icat ettiği makine insana hükmeder! O vakit ruhi müeyyide kalmaz.”
Netice; ideal hayat, ebedi oluş cehdi silinir. Evet,garb cemiyeti, kendi ruhunu aramaktadır. Fakat biz garbın çektiği çileliyi bilmiyoruz ve onun hummasına yabancı yaşıyoruz. Onun döktüğü, SOKAĞA ATTIĞI EŞYAYI; KEDİLERİN, KÖPEKLERİN, SABAHA KARŞI BURUNLARINI SOKTUĞU ÇÖP TENEKELERİ GİBİ KARIŞTIRMAKLA TESELLİ BULUYORUZ. N.F.KISAKÜREK: SAHTE KAHRAMANLAR Sayfa:149
“HZ.İSA İLE PEYGAMBERİMİZ(s.a.v) arasında ki FARK
Bir gün, tanıdığım o büyük mürşide bir arkadaşımla gitmiştim.
Sordu arkadaşım:
“HZ.İSA İLE PEYGAMBERİMİZ(s.a.v) arasında NE FARK VAR?”
Sadece şu cevabı verdi mürşit:
Çünkü o, lüzumsuz sualin, manasız cevabını vermezdi… Bir sual daha:
“Ne gibi?
“HZ. İSA’DA melekiyet vasfı galipti, fakat bir eksiği vardı, PEYGAMBERİMİZE(s.a.v) nispetle …”
“Ney di o
“- Beşeriyet!”
Beşeriyet en büyük derece memuriyet ve emanet makamını gösterir.
Ve beşeriyetin birinci: vasfı mütemadiyen kendini aşmak… Cemiyet halinde ve fert halinde… Beşeriyetin gayesi budur. Ebedi terakki ve ALLAH’A ERMEK YOLUNDA SONSUZ CEHD VE HAMLE…
SAHABİ: İşte (aksiyon)ruhunun fert hakinde bize olanca tecellisini veren yegâne örnek… SAHABE VEYA SAHABİ… İkisi aynı manaya gelir. Onların en büyük (aksiyon)cu olduklarını demin verdiğim misallerden anladınız. Her sahabe yanan, tutuşan, mütemadiyen YANAN VE ASLA SÖNMEK bilmeyen ebedi bir (aksiyon) yolunun yolcusudur. N.F.KISAKÜREK: SAHTE KAHRAMANLAR Sayfa:151

( HÜRRİYET NEDİR?)
Son zamanların bir nakaratı var: “Hürriyet”… Hürriyet”… Hürriyet”… Bir nevi gayesizlik gayesi…
O çok nefsanî gayret; ona (aksiyon) denmez. Çünkü hakiki hürriyet HAKİKATA ESARETTİR.
HADİS:”-Bir günü, bir gününe eş geçen aldanmıştır. “
İmam-ı Rabbani hazretlerinin bir sözü var:
“İstemek nail olmaktır. ALLAH KABUL ETMİYECEĞİ DUAYI ETTİRMEZ.”
İstemek, yana yana dilemek, nail olmaktır. Istırabını çekersek muvaffak da oluruz. Istırabını çekelim, katlanabilelim, hakikate talip olalım, ALLAH verir.
ALLAH İÇİN MUHABBET, ALLAH İÇİN BUĞZ… Yani, sevgi ve nefretimiz yalnız ALLAH ,için olacak….
N.F.KISAKÜREK: SAHTE KAHRAMANLAR Sayfa:155

SAHABİ

Peygamberimizi(s.a.v) görmüş veya O’(s.a.v) nun tarafından bir an MÜMİN olarak görülmüş olan, ebedi varlık şevkiyle ebedi gençliğin sırrına ermiş insanın ismidir.
Ebu Talha, doksanlık genç… HZ.Muavviye’nin valilik devri… İSLAM ORDULARININ denizlerde fetihlere başladığı devir… Kura’nı açar Ebu Talha, hicazda Medine’de ve cihada ait ayetler görür. Torunlarının torunları da vardır belki… “Getirin kalkanımı, kılıcımı, mızrağımı.”der.
-nereye gidiyorsun?
- Cihada!
-Aman, der torunları, sen artık doksanlık bir ihtiyarsın, senden cihad sakıttır. Yeter, biz gidelim!
Cevabı:
- Kur’an onu okuyana hitab eder. BAŞKASINA DEVİR VE VEKÂLET KABÜL ETMEZ!
O doksanlık sahabe, kalkar günlerce yaya gider. Kıbrıs’ın fethine giden gemiye biner. Gemide hakiki şehit olarak ölür. Kıbrıs’a çıkan ilk İslam ordusu, kucağında peşin şehidiyle çıkar.
Ve işte Ebu Talha hazretlerinde tecelli eden yeksan pare , granitten daha kuvvetli gençlik!..
“ Mademki ıstırap çekiyorum, GENÇİM!.”
HZ.ALLAH’LA KUL ARASINA GİRİLMEZ!
Demişti. Hep öyle derler: “ HZ.ALLAH’LA KUL ARASINA GİRİLMEZ!. Vasıta sokulmaz!”
Ona dedim:
“- Budala, İstanbul ‘tan Üsküdar’a geçmek için vasıtaya muhtaçsın, ebedi hayata geçmek için vasıtaya muhtaç olunmaz ne demek?”
Bir tekneye muhtaçsında ebedi hayata geçebilecek olan manevi füzeye nasıl sırt çevirebilirsin? Aslında zaten ALLAH’LA KUL ARASINA GİRİLMEZ.
ALLAH DİYOR Kİ:
“- BEN KULUMA ŞAH DAMARINDAN DAHA YAKINIM!”
Ama böyleyken ALLAH’A giden yolların kılavuzları ve trafik memurları vardır. Onlara herkes muhtaç!... İşte küfrün bu ucuz diyalektiğine verilecek cevap… Daha neler neler!... Kayseri’ye bundan yirmi sene evvel geldiğim zaman bir zatla karşılaştık. Bilmiyorum şu dakika aranızda mı? Ramazan günüydü. Sordum:
“Nedir bu hal, ramazan günü yaptığınız?”
Dedi ki:
“Allah’ın bildiğini kulundan niçin salkıyayım!”
Bunu hep söylerler. Samimiyetsizliği bize isnat ederler, kendilerine samimiyeti yakıştırırlar.
Ona dedim ki:
“ALLAH senin tenasül aletin olduğunu da biliyor, niye saklıyorsun?”
Demek ki, kula karşı utanmak, ALLAH’A karşı hicabın=(ar, hayâ, utanç) ifadesidir. Kula karşı utanmadığını gösteren, ALLAH’TAN utanmıyor demektir. Yani ALLAH’DAN korkmadığını kula göstermenin küfür cesaretini tensil ederler ve bunu samimilik bilirler. Orucu tutmayabilirsin, nefis korkunçtur! Git, bir kapkaranlık odada zıkkımlan fakat gösterme!
N.F.KISAKÜREK: SAHTE KAHRAMANLAR Sayfa:155
Velinin birine sormuşlar: “ALLAH isterse deveyi iğne deliğinden geçirir m?i, geçirmez mi?”…
“- Geçirir.”
Demiş veli… Kuru akıl yine sormuş:
“-nasıl geçirir, deliği büyüterek mi, deveyi küçülterek mi ?”…
Veli gülmüş, demiş ki:
“-İsterse deliği büyüdür, isterse deveyi küçültür, isterse de ne onu yapar, ne onu, yenide GEÇİRİR.”
Ø Avrupa
Bizim işimiz yokuş yukarı çıkmanın davasıdır. Onların davası ise yokuş aşağı yuvarlanmanın… Bunlar dağ cüssedeki şeyleri şeytanın ellerine verdiği manivela ile yokuş aşağı yuvarlar ve marifet yaptık diye övünürler. Hâlbuki bir fındığı çıkaramazlar yokuş yukarı… Biz ise sırtımızda ULUDAĞ, yokuş yukarı çıkmaya çalışıyoruz ve gençliğimize her gün biraz daha kavuşuyoruz. İnanmak diye karşımızdakilerde hiçbir istidat yoktur.
N.F.KISAKÜREK: SAHTE KAHRAMANLAR Sayfa:207
MARKUS ORELYUS-MARK OREL
Avrupa üniversitesinde duvarı bir ucundan öbür ucuna kaplayan bir döviz var. (MARKUS ORELYUS)’ün senatoda söylediği bir söz. Biri kalkıyor:
“-Bu bir teferruattır, değmez.”
Diyor. O da şu cevabı veriyor:
“- Çizmemde bir çivi eksik olsa. Roma medeniyet bütünü yerinde değil demektir.”
HZ.ALİ:”-Parça bütünün habercisidir.”
“VEDA HACCI”
ALLAH’IN RESULU kızıl tüylü bir devenin üstünde, arkalarında güneş batarken mail bir satıh üzerinde yüz küsur bin sahabeye hitap ederler ve bütün planı, bütün bilançoyu çizerler. Orada İSLAM; hukuki, idari, ferdi, ruhi ve iktisadi bütün nizam pırıl pırıl gözler önüne serilir. Faiz haramdır ve ilk haram ettiği faiz amcasınındır. Herkes bir müdir fikrin emrinde ne ana var ne baba…
Kan davası haramdır ve ilk yasak ettiği kan davası amcasının oğlununkidir. “Ayaklarımın altında çiğniyorum” tabir budur. Havzacılık(bölgecilik), ırk üstünlüğü, büyük idenin önünde iflas etmiştir.
Derki Resulullah:
“ Başınıza layık olmak şartıyla burnu halkalı bir Habeşi geçse, ona itaat etmeye mecbursunuz”…
BÜTÜN BAŞLAR EĞİLİYOR.
DER Kİ RESULULLAH:
“-Hepimiz bir babadan ve topraktan geliyoruz. ALLAH indinde, hiçbir kavmin ve ferdin öbürüne rüçhaniyeti yoktur….
Arap tek kavmin ismidir, acem de –demin İranlı manasına söyledim- Arap ’dan başka her kavmin ismidir. Düşünün kavmin gururunu ki, kendisinden başkasını tek millet kabul etmiş; acem! Bir de kendi var; Arap
Bakınız;
“- Ne arabın aceme, ne acemin araba bir fazilet ve üstünlüğü yoktur.”
İnkılâp budur.
Şu muazzam hukuki kaideye bakın:
“- Çocuk kimin yatağında doğmuşsa onundur.”
Zina ayrıca cezasını görüyor. Kadınların hakkı, zayıfların hakkı…
“- Mübalağa etmeyiniz! Milletlerin başına ne geldiyse mübalağadan gelmiştir.”
“- Mübalağayı öyle acem Mübalağası zannetmeyin. İşte, bir atladım, 20 metre gibi… Mübalağa içtimai (sosyal, toplumsal) Mübalağalardır.
ALLAH’IN RESULU kızıl tüylü bir devenin üstünde buyurur:
“size iki emanet bırakıyorum, onlara bağlı kaldıkça yolunuz hiç şaşmayacak ve bükülmeyecektir: KUR’AN SÜNNET…”
ALLAH’IN RESULU BUYURUR:
“Sözlerime şahit misiniz? Yarın ahrette, duyduk, anladık ve kabul ettik diyecek misiniz?...”
Binlerce sahabe, bir ağızdan:
“EVET”…
O zaman KÂİNATIN EFENDİSİ Şahadet parmağını kaldırır ve ALLAH’I da,her yerde hazır, nazır ve şahit ALLAH’IDA:
“-SAHİD OL YA RAB… SAHİD OL YA RAB… SAHİD OL YA RAB…”
Diye ayrıca duasıyla teyide davet eder.
Ve son sözü… Yeryüzü durdukça, şairi, edibi, fikircisi bu söze tırmanamayacaktır:
“İşte, zaman döne döne, seyrini ikmal ede ede, çıktığı noktaya vardı.”
Yani İslam binası tamamlandı. Zamanın da sırrı burada, tekâmülün de sırrı burada, her şeyin sırrı burada.
Bize gerici diyenler zamanı oklava üzerine gidiyor zanneder, düz tahta, kereste üzerinde… Zamanı n daire sırrını bilmezler. At yarışı misalimiz malum… Dört devir farkıyla geriden geliyor gibi görünen atı, arkada kalmış zannederler. Devir farkını düşünmezler, Çünkü gözleri arkalarını görür,başka bir yeri görmez. İşte, İslam’ın büyüklüğü… Tam kıyası ilerde…
N.F.KISAKÜREK: SAHTE KAHRAMANLAR Sayfa:245


Ø ORTAÇAĞ (SKOLÂSTİK)
ORTAÇAĞ karanlığı geliyor ondan sonra... Ve skolâstik cenderesi… Kilise, ortaçağ, derebeyleri ve krallarla ittifak ederek bir (skolâstik) cenderesi kurmuştur. Katoliklik etrafında AKIL İDAM edilmiştir. Akıl yoktur. Bu (skolâstik)… Bunu bizim medrese mukabilinde kullanıyor bazı fikirci geçinenler… Medresenin (skolâstik)le hiçbir alakası yoktur. Medrese büyük ilim yatağıydı….
O devir ki, İslamiyet Bağdat sitesinde kemaline varmıştı. Bağdat sitesi… Hala (holivut) filmlerinde Bağdat ipekler içinde sihirli seccadelerde uçanlar… o bindir gece masalları… O baharat, kâğıt taşıyan Hint’ten Çin’den kervanlar… Onların hayaliyle meşguldürler hala… O DEVİRDE AVRUPALI ağaçların kökünü yiyen domuzlardan bir derece daha aşağı idi. (HARUN-ÜR REŞİD)12 kapılı saati, Cermen imparatoru (Şarlaman)a gönderdiği zaman ki her saat başı bir kukla çıkardı- bunlar bugün (Hotantolar) a bir radyo götürseler nasıl apışırlarsa öyle apıştılar. Bu devre kadar geldi İslamiyet… Fakat biraz sonra aşkın ve vecdin uçması yüzünden davayı kaybetti. Aşk gitti mi, hiçbir şey kalmaz, her şeyi beraber götürür.
Kilise, derebeyleri ve krallarla müttefik oldu. 13. Asırda bir (Sen Toma)çıktı. Aristo mantığına dayanarak skolâstiği yenileştirmeye çalıştı. On para etmedi. İslamiyet’in sönen vecd ve aşkı, yeni bir ırkın elinde, saf türkün elinde yepyeni bir revnaka kavuştu. Fatih devrinde Rönesans hamlesi başladı. O hamlenin bizim olması lazımdı, olmadı. Rönesans, aklın maddeye, eşya ve hadiselere tahakküm hakkı (skolâstik)e karşı isyanı ve ihtilalıdır. Bizde de ihtilal değil vazife idi bu yapılmadı. Bizde vazife olacaktı. Bizde devlet, bilakis, işini görmedi. Onlarda ihtilalla becerildi bu iş. Ayet meali:”Ben kulumu eşya ve hadiseleri teshir etmesi için kendime halife olarak yarattım”. Avrupalı inanmadığı (KUR’AN) ın maddesini inanmadan tatbik etti. Biz inandığımızı iddia(KUR’AN)’ ın ettiğimiz bu maddesine ihanet ettik. Ve o devirde (hümanizm) hareketi başladı. Bizde her mefhumu yanlış bildikleri gibi (hümanizm)i de hastane hademesinin doktorluğu bildiği gibi bilirler.
Evet,(hümanizm)i bilmezler.( Ümen )in insaniyet, insaniden geldiğini zannederler Alakası yok. Vakıa, bir insani branştan geliyor ama hümanistler ve hümanizm, (Rönesans )ta ilk Yunan ve Latin metinlerini devşiren ve devşiricilik hareketinin ismi. Bunlar eski Yunanın ve Roma'nın metinlerin barbar akınlarından dolayı bulamadıkları için Bağdat sitesinin tercümelerinden çevirdiler. Yani İslam olmasaydı, (Rönesans )ta OLMAYACAKTI garpta. Ama bunu biliyor. Garb, yunan metinlerinin Arapçadan tercüme edildiğini biliyor, biz bilmiyoruz.(inanmayan şu linke baksın : 1940 yılarında n.f.Kısakürek yazmış) ( ibr) .(http://tr.wikipedia.org/wiki/Platon (Rönesans ) bir ideolocya hareketi değildir. Ama onun, roma ve Yunan’dan beri gelen ufak davranışlarının ve küçük istidatlarının büyük zeminini açma teşebbüsüdür. AKLIN hâkimiyeti teşebbüsü. Bu bakımdan muazzam hareket.
SOSYALİZM


Sosyalizmi ilk defa kuran- ama Sosyalizmin mesnedi olmadan kuran, (SEN SİMON) dur. Bu bir konttur. (KONT DE SEN SİMON) ONUN talebeleri (ANFANDEN),(BAZAAR),(FURY),(BLANSKŞ). Bunun beş esası var. 1. Esas: her şahıs istidadına göre kıymetlendirilir.2. esas: her şahıs istidadına göre, her istidadına göre, her istidat verdiği esere göre hesaplanacak. 3,esas: irsi mülkiyet kökünden yoktur. 4.esas: servet ve kıymet cemiyet devlette toplanacak. 5.esas: (SANTOGONİZM SOSYAL), YANİ rekabet ortadan kaldırılacak ve her şey beynelmilel pazarda ve bir iştirakte toplanacak. (SEN SİMON), sosyalizmin bu esaslarını koyarken mektebin ismi (sen Siyonizm)di, daha sosyalizm diye bir isimde yok. Zaten çok gülünçtür, oraya da geleceğiz. Bizde bilmiyorlar. Şimdi, bunu yaparken (sen simon) doğrudan doğruya mücerret mala karşı fikrini söylüyor. Onun devri, henüz makine, amele, daha hiçbir şey yok. Avrupa’da. El işi hepsi, pulluk çalışıyor ve el tezgâhları konuşuyor. Sosyalizm ismi içtimailik manasınadır ve içti-maiye mezhebidir. İçtimailik ne saçma laf. İçtimailik olmadık ne var ki? İşte (ANRİ DOMAN) isimli mütefekkirin terkibi. Mide gurultusu yalnız bende olursa ferdidir. Şimdi gök gürültüsü gibi hepimize olursa, . İçtimaidir. Bu felsefenin halledemediği bir hadisedir. Ne kadar hırsız bir mefhumdur bu. Bu Mefhum şöyle geliyor. Gayet sefil bir gelişi var. Mesela demin bahsettiğim (ANRİ DOMAN),hürriyettir diyor, müsaviliktir diyor, adalettir diyor, gerçek Hıristiyanlıktır diyor, selim akıldır diyor. Hayret, bunlar eşyayı hacimle ifade etmek gibi bir şey. Bu nedir? Hacimdir! Bu nedir? Bu da hacimdir; siz de hacimsiniz. O halde hepimiz aynı şeyiz. Olur mu? Böyle tarif? Bunun hususiyetlerini koymak lazım.
Nihayet sosyal, sosyalizm uyuzu gibi sosyal, sosyal, bu sosyal, bu sosyal değil filan derken, bu davaya birdenbire sosyalizm denilip çıkılıyor. Bedavadan ele geçiyor isim. Hâlbuki murad basittir: servet ve nimet taksiminde tesviye ve tevazün nazariyesi. Denkleştirme nazariyesi. Bunun erkekçe tarifi bu. Bu dava ilk insandan beri mevcuttur. Hani Türkçede nefis bir söz var: “mal canın yongasıdır.” İşte bu yonga kendinde olmayana karşı mütemadiyen bir taarruz mevcudu. Dikkat ederseniz en hakiki sosyalistler hayvanlardır. Birbirlerinin ağzındaki kemiğe atılırlar. Eğer “ biri yer, biri bakar, kıyamet ondan kopar.”
Bu alametler, EFLATUNDA var.
Sosyalizm 19. Asrın yarısında ismi, yaftası yapıştırıldı ve (OWEN) TARAFINDANYAPIŞTTIRILDIĞI iddiası mevcut. Hâlbuki Fransızların iddiasına göre onu yapıştıran (PİYER LORU) DUR. O da aynı tarihlerde ağızdan ağza gevelene gevelene söylenen sosyal kelimesinin birdenbire bir nameşru melez halinde bir sisteme âlem olması (FURYE) VE (BLENSKİ) BUNLAR İKİ sosyalist. Bunlar hayal adamıdır. Bir nevi emekçi imalathanesi ve kooperatif sitesi düşünmüş, iki hayal adamı. Sosyalizmi asıl doğuran, fikirleştiren ve bir ideoloji istidadına doğru götüren içtimai sebep, makinenin keşfi. Avrupa’nın ruhunu bozan hadise ve makine etrafında el tezgâhlarının yıkılması ve masif, yığın halinde işçi sınıfının meydana gelmesidir. Çünkü insanlar o zaman (MARKS)IN tabiriyle, biri birini istismar eden iki halinde teşekküle başlamışlardır, onun nazarında. İnsan insanı çalıştırıyor: -size kısa kısa, büyük ilmi hakikatleri küçülterek, fakat bütün sıfatıyla vererek bir dünya takdim ediyorum.- evvela bilmeniz lazım ki sosyalizm bundan ibarettir.(SEN SİMON)DAN dan başlar,(OWEN) VEYA(LORU)DA ismini alır,(FURYE),(BELİNSKİ) gibi adamların elinde incelir, makinenin keşfi ile zemin bulur, servetin denkleştirilmesi davasından ibarettir. Fakat bu sistem muallâkta bir sistemdir. Hangi meta fizikten geliyor? Ben malımı cemiyete vereceği yolu hükümet- niçin, hangi fikir uğruna? Biliyorsunuz HZ. Ebubekir üç kere bütün servetini verir. Bin deve sahibi HZ. OSMAN hepsini birden verir.
Niçin verdiği meydandadır. Niçin vereyim canımın yongası olan malı? Oğlum hasta olsa servetimi veririm, niçin? Sosyalizmin getirdiği bir (rezonman) mucip sebepler yoktur. Bir bedahet vardır. Böyle olması lazım. Binaenaleyh sosyalizm muallâkta kalınca her taraftan tutulmuştur. Hıristiyan sosyalizmi, radikal sosyalizmi, kapitalist sosyalizmi. Evet, her yerle anlaşma halindedir. Sosyalizm bir OROSPUDUR.
ŞİMDİ birden bire kominizme atlayacağız. Bakın kominizm ne demek ne demek. En büyük düşmanımız olan kominizm böyle orospu değildir, çok yamandır taktiği. Dava amale teşekküllerinden sonra ve bu yeni hale uğradıktan sonra,19.ncu Asrın ortasına doğru Almancaya sıçradı. Fransa da doğdu ve (MARKS)LA,(ENGELS)İN eline geçti. Ve (MARKS)LA,(ENGELS) hemen anlatılar sosyalizmin muallâkta olduğunu. Ve bir dünya görüşüne bağlamak lüzumu duydular. İlmi sosyalizm, alman Kolektivizmi namı altında kominizme doğru fabrikalarını, tesislerini, tezgâhlarını yürütmeye başladılar. Bunun metafizik lüzumunu duydular. Şimdi, bu ve komünizmin en ince çizgisidir. Ve bunu büyük Fransız mütefekkirleri, bilhassa (Hanri Bergson) görmüştür. Kominizim metafiziği inkâr ederken metafizik yapar. Bütün hilesi buruda. Nitekim maddeci filozof, fakat idealist ve ALLAH’A İNANIR, (Hegel)den diyalektiğini alır; oradan aparır, tersine çevirir; tarihi materyalizm yapar. Hüneri budur kominizmin.
Bunlar tuttular bir dünya görüşüne bağladılar. Bu dünya görüşü nedir? Bu dünya görüşü: “DİN AFYONDUR” ve sömürücü sınıfların öfkesidir. Titreyerek söylüyoruz; ALLAH yok, RUH YOK, RUHİ NİZAM VE AHLAK YOK, ANNE YOK, ANANE YOK, MİLLET YOK, NE MADDİ, NE MANEVİ hiçbir mülkiyet ve kılavuz yok, her şey cemiyet ve devlet elinde ve bir de döviz: yaşasın dünya ihtilalı. İşte komünizm.
Şimdi ! Kendi varları,yalnız madde ve onun sonsuz hareketi. Ruh ise hadiselerin insan idraki üzerindeki inikâs cümbüşlerinden doğma vehimler manzumesinden ibaret. Her hadise iktisadi. Ne ahlaki. ne, içtimai hadise, her şey iktisadi. Hak, bedahet duygusuyla işçi ve emekçilerindir. Ve meşhur dövizleri “Dünya proterleri birleşin.” İşte varları yokları bunlar, budur.
Demek oluyor ki, bunlar sosyalizmin muallâkta olmasına mukabil, yolları kapattılar, bedahet duygusuna bağladıkları bir emek hakkı kabul ettiler. Onun haricinde mustarip, beyni ve çenesi buruş buruş beşeriyetin, ALLAH yolunda, ruh yolunda, ölümsüzlük yolunda ne kadar eseri varsa, tümünü inkâr ettiler. Binaenaleyh dünyanın insan hayatındaki suikast tarihine komünizmden büyük katil gelmemiştir. Ve o sosyalizm gibi aptal bir OROSPU değil son derece kurnaz bir FAHİŞE’ DİR.
İşte farkları. Komünizmanın saf fikirler ve doktrinler halinde bugün Avrupa’da yeri kalmamıştır. En büyük tokadı yemiştir. Değil felsefe, mukayeseli anatomi bile bunların ahmaklığını ispat etmiştir. Mukayeseli anatomi der ki: bakın ne güzel hikmet – Ruhun, madde libasını, bütün eşyayı, hadisatı, dış âlemi silseler, yok etseler, ruh gene kendi kendisi bir obdinasyon, bir dalgalanmış hadise hisseder. Öyle değimlidir, yatağımızda bile gözümüzü kapadığımız zaman, ne kıvılcımlar uçup gider gözümüzün önünde. Ruh kendini hisseder. Fakat ruhun olmadığı yerde farzı-ı muhal bütün bu alem olsa, bu yok demektir. Çünkü idrak olmayan yerde madde olamaz.
Dikkat edin! Burada bir muhal var. Ya ruhum olmadan o olsa? Ama ruhum yok. Tasavvuru kabil değil. Bakın inceliğe, çok derin. Mukayeseli anatomi bile ispat etmiştir. Ve nihayet (Hanri Bergson) gibi dünya çapında, ruhçu bir filozof eserinde şu teşhisi kondurmuştur. Komünizm Fransız ihtilalından sonra bin bir kola ayrılan, devamlı göğü tarayan milyonlarca projektör gibi yüz bin de yolunu şaşıran, kendine yol arayan insanoğlunun nihayet intiharından başka bir şey değildir.
Bu arada 19,ncu asırda,(ŞELLİN), (HEGEL)- İsmi geçti –(ŞOPENHAUR),(OGÜST),(RONÜLYE),(DÜRKAYİM),(NİÇE), (CEYMİS) GİBİ filozoflar kimi ruhçu, kimi maddeci, kimi insancı, kimi cemiyetçi, kimi akılcı, kimi faydacı, kimi hareketsiz, bin bir anlayışları, mimarileri, peşinde koşmuşlardır ve bunların hiçbirinin sitesi yoktur. Bunlar muhtelif fikir çadırlarıdır. Ve hiçbir şey değildir. Bu gün, dediğim gibi, iflas etmiş, olan Kominizim, sadece bir politikadan ibarettir. Eğer (Stalin) isimli adam gelmeseydi. (Troçki) saf doktrinciydi, (Stalin) yumuşattı. Mülkiyeti kısmi mülkiyete döktü ve küçük çocuğu okşadı, resmini çıkarttı, aile vardır, dedi. Dine güya müsamaha ettiler. Yumuşattılar prensipleri. Kendi memleketinde Komünizm diye bir dava yoktur. Komünizm bugün ihraç malıdır. Muzdarip cemiyetleri altüst etmek için, ihraç malı halinde, eroin ihraç eder gibi, ihraç edildi dünyaya. Birçok insanı da avlamıştır. Fakat onlar bir kısım harekeden sonra hakikati gördüler ve döndüler. (Roteur Dolut), (Bernard Show)ve daha niceleri.
Şimdi Egzistansiyalizm kurucusu (Sartır) komünisttir. Bakalım ne zaman dönecek o da. Bu dönenlerden birinin sözünü nakletmeden duramayacağım. (Bernard Show), diyor ki:” bu karışıklık ve keşmekeş dünyasında diyelim ki bir delikanlının 20-25 yaşına kadar komünist olmaması eşşeklik, ama 40’ında komünist kalmak eşşoğlu eşşekliktir.” Komünizm sosyalizmin azmanıdır. komünist olmaya razı olunmadan sosyalist olunmaz. Bunu bir profesör arkadaşıma söyledim, sosyalizmi müdafaa eder eder. Bakın ne oldu- ismini vermeyeceğim, İstanbul üniversitesinde profesör, sosyalist – Dedim ki: “ sen sosyalizmi bilmiyorsun. Profesörsün, ben senin ne cins adam olduğunu biliyorum. Hadi bildiğini kabul edelim, söyle bana komünist olmamak şartıyla sosyalist kalmak mümkün mü?” yerinden kalktı, sarıldı beni öpmeye başladı, meğer ciğerindeki kemikmiş bu. Hakikaten çare yoktur, komünist olmak şarttır sosyaliste” dedi. Çünkü o giden hattır terminale.
N.F.KISAKÜREK: SAHTE KAHRAMANLAR Sayfa:256-264
Felsefe
Batı demek ve felsefe demek ve sistem demek. Batı ideolojisi demek şudur: boyuna BİR BİRİNİN YANLIŞINI ÇIKARAN MÜESSİLER. – Buraya dikkat edin- şimdi İslami bir idarede acaba üniversitede felsefe okutulur mu? Okutulur, ama bir muayyen usulle okutulur. Tıpkı İslam’a davet kastıyla bit müminin kiliseye girmesi gibi. Felsefe, BİR BİRİNİN YANLIŞINI ÇIKARAN MÜESSİSESİDİR. FELSEFE yalnız karşısındakinin yanlışını çıkarırken doğruyu söyler. Kendi doğrusunu söylerken daima yanlıştır. Bütün incelik burada- onun için onlar doğruyu bir noktadan hudutsuz yelpaze çizgileri gibi ararlar, doğruyu bulan ise o çizgilere muhtaç değildir. Evet, batı ideolacyalarının birinci farikası birbirinin yanlışlarını çıkarmasıdır ve orada doğru olduklarıdır. Demin söyledim: göğü tarayan yüz binlerce projektör arasında insanoğlu doğruyu arıyor. Ve ebediyete götüren uçağı bulamıyor, gökte. Uçak arıyor. Yalnız, senin istikametin yanlış, ortada yok, bura da yok! Derken doğruyu söylüyor.

Sanki N.F.KISAKÜREK’İN cinnet mustatili eseri hala yaşanıyor

N.F.KISAKÜREK’İN cinnet mustatili sayfa:14
Çalışma günü olmadığı halde dindar muhasebeci geldi. Biraz dertleştik. Bu adamda beni çok sevdiğini saklayan, adeta belirtmekten korkan bir hal var… Ah biz; bizim halimiz! Mazlumlukta bu kadar da derinlere inilir mi? Biz indikçe karşı taraf, uzattıkça uzatıyor iten ayaklarını…
Tamamen kanuni haklarımız önünde nefes almak kadar tabii bir hareketçiği bile CİNAYET SAYDIRIYORLAR. ORTALIĞA hâkim sürüye galip, birkaç yaygaracı şirret yüzünden bir(katakomp) hayatı yaşıyoruz. İster istemez boşlukta mekân işgal etme hassasına malik olduğumuz için, biz 25 milyon Türk, bu 2,5 kişiden adeta af dilemek mevkiindeyiz. Bu halimizi görmüyorlar da, bizi irticai ayaklandırmakla suçlandırıyorlar. Hayır, efendim; asıl siz küfrü ayaklandırmak ve Müslümanları büsbütün ezdirmek için bahane arıyor ve buluyorsunuz! İSA peygamberin hak yolu zamanında ROMALI (TİRANLAR) neyse, şimdi bizim karşımızda da bazı gazetelerin açtığı hava o… Ş U FARKLA ki Romalılar, İSA dininde kendi batıl inanışlarına karşı bir tecavüz görüyorlardı. O, kendilerine karşı ani ve semavi bir zuhurdu. Bizimkilerse, hiçbir inanışa bağlı olmayan ve kendi öz kaynağını yıkmak isteyen M Müslüman isimli şahıslar… Bunlar (neron)un aç arslanlarına karşılık, tok doymak bilmez sırtlanlar halinde üzerimize atılıyor ve kalplerimizi didik didik ediyor. Ne şuradan ne buradan üzerimize hiçbir müdafaa eli uzanmıyor. Kurucusunun dediği gibi, “BU DİN GARİP GELMİŞDİR, GARİP GİDECEKTİR.”İLLET, KILLET, ZİLLET… YA hastayızdır ya pulsuzuzdur yahut dünyanın hareketi üzerimizedir. Bu üç hassa, ufak-tefek istisnalar bir tarafa çoktan beri gerçek MÜSLÜMANLARIN vasfı… Düşünüyorum da. Şu hassalara bugünkü kadar nail olduğum hiçbir zaman olmadığını görüyorum. Üçü birden üzerimde üçü birden ensemde…
Aslında bize değil, küfre ait olan bu vasıflar, bir türlü yolumuzu bulamamaktan, hakkımızı arayamamaktan, memuriyetimizi yerine getirememekten, ALLAHIN sırtımıza bindirdiği yük… Belaların belasını çekiyor, İMTİHANLARIN İMTİHANINI veriyoruz.
N.F.KISAKÜREK’İN cinnet mustatili sayfa:290 “Adnan bey, daima olduğu gibi, bir mahkûm sandalyesinden farksız, şahane tahtı üzerinde bütün bu olanları zarif bir tebessümle karşılıyor ve içine, ne olduğu anlaşılmaz bir takım hisleri gömmekle kalıyor.”
Sayfa:295”mahkum sandalyesinden farksız şahane tahtında oturan iktidar adamının ruhundaki iktidarsızlık ukdesinden kuvvet almaktadır.”
REİSİN, şahitten ziyade suçluya yaraştırırcına sorduğu ilk sual:
-gençlik sizin aleyhinize; ne dersiniz?
-hangi gençlik? Mahalle aralarında bando mızıka geçerken önünde ve arkasında giden sümüklü kopillere meydan yerlerini doldurucu zamane çocukları mı? Yoksa 32 dişini birbirine gömmüş ve her biri köşeye çekilmiş ıstırapla susan, milyonluk, mukaddesatçı Anadolu gençliği mi? Bunlardan hangisi benim aleyhime, hangisi lehime söyleyeyim mi?
-hayır, söylemeyiniz!
Reisin gerekli cevabı aldıktan sonra netice hükmüne bağlamasını istemediği manasına bu “hayır”ihtarı gayet manalıdır ve her defa tekrarlanacaktır.
-Büyük gazeteler de aleyhinize… Ne dersiniz?
-“Büyük gazete”den murat nedir? Tiraj sağlamak için işi fuhuş albümcülüğüne döken baldır bacak gazeteleri mi?
-Hayır
Sual:
-Sizin için din istismarcısı diyorlar, ne dersiniz?
-Sizi tenzih ederek arz edeyim ki. Reis beyefendi, din gayreti gösterenlere istismarcılık izafe etmekten daha feci ve şeni bir mefhum istismarı olamaz. SU eritir, ateş yakar, yani keyfiyetini icra eder, istismar etmez… Dindar içinde aynı şey… İstismarın ilk şartı ve kanunu samimiyetsizliktir. İmanın ilk şartı ve kanunu da ihlâs ve samimiyet olduğuna göre müminlere böyle bir isnat, minareye kuyu demek kadar abestir ve tabir hokkabazlığıyla hamakat istismarının ve fikir iffetsizliğinin ta kendisidir. Misaller izah edeyim mi?
-Hayır!
Cinnet mustatili sayfa:302
(Adnan Menderesle gizli konuşurken).
-N.F.KİSAKÜREK:-YOL NEDİR
-Madde imarından evvel ruh kalkınması…
-Usul nasıldır ve isnat neyedir
-Usul, ideal sahibi insanlara mahsus en sert gözü karalılıktır ve isnat, millettir.
Haklı cüret, imanlı cesaret, dava sahibi cesaret ve köklere kadar inmeyi bilen samimiyet; işte demokrat partinin mahrum olduğu hassalar.
Bütün bu hayati problemleri ortaya atıyorum ve sözlerimin birçok yerinde hoşa gitmediğimi anladığım halde tonumu düşürmüyorum:
-Herhalde nazarınızdan kaçmamıştır, beyefendi:1959 büyük doğu’larında hakkınızda iki yazım çıktı. ”YA OL, YA ÖL!” VE “1960 son vade …” Sizin nasibiniz, alelade, seri malı Başvekillik şartlarına uymaz. Size iktidarın yolunu açan kader, ya olmanızı yahut ölmenizi amirdir. Ya öldürüleceksiniz yahut öldüremedikleriniz tarafından öldürüleceksiniz!

RABİA-İ ADEVİYYE

- Evliya hanımların ablası sayılan Râbia-i Adeviyye’nin evine bir gece hırsız girer. Bakar ki, yaşlı Râbia namazda. Ondan istifade ile evin her tarafını araştırır; ama eline bir şey geçmez. Çünkü Rabia’nın evinde gerçekten de hırsıza yarayacak dünya malı yoktur. Bu sırada namazını bitiren Rabia Hanım, eli boş dönecek olan hırsıza seslenir:
- Ey Allah’ın ihtiyaçlı kulu! Der, kusuruma bakma, sana yarayacak eşyam yoktur. Seni büsbütün eli boş göndermemek için diyorum ki: Ne olur, kapının arkasındaki ibrikten bir abdest alıp iki rekât namaz kıl da, büsbütün eli boş dönme Rabia’nın evinden! İhlâsla söylenen bu sözden etkilenen hırsız hemen oracıkta abdest alır, namaza durur ve secdeye kapanır.
İşte o sırada ellerini açıp dua eden Rabia:
- Ya Rabbi der, ben verecek bir şey bulamayıp senin kapına gönderdim. Hiç olmazsa senin kapından boş dönmesin bu ihtiyaç sahibi. O sırada pırıl pırıl gözyaşı dökmeye başlayan hırsızdan tövbe istiğfar sesleri yükselir. Bunu gören Rabia sızlanır:
- Ey Rabbim, bu ihtiyaç sahibi senin kapına ilk defa geldi, hemen kabul ettin, ama ben bunca senedir kapındayım; kabul edildiğimi hâlâ bilemiyorum. Bu sırada kulağına gelen ses şöyle fısıldar:
- Üzülme Rabia üzülme, onu da senin hatırın için kabul ettik!