28 Aralık 2012 Cuma

İbadet erbabının gururu;İmâm-ı Gazâlî (k.s)


 “Bismillâhirrahmânirrahîm
 İmâm-ı Gazâlî (k.s)’nin vaazlar kitabından iktibas edilmiştir.
İbadet erbabının gururu;
Bunlar birkaç guruptur.
1-bunlardan bir gurup-abdestte vesveseye kapılıp abdest âzâlarını fazla yıkayan kimseler gibi –sınırı tecâvüz edenler ve israfa kaçanlardır.
Bunlar,şeriatın temizliğe hükmettiği şeylere rızâ göstermezler.suyun pis olmasındaki çok uzak ihtimalleri yakın sayarlar.
Onlar bu titizliği suda değil de yenilen maddelerde gösterselerdi davranışları sahâbelerin yaşayışlarına daha çok benzerdi.
Hz.Ömer-necâset ihtimâline rağmen – Hıristiyan bir kadının kırbasındaki sudan abdest almıştı.bununla beraber O,(Haram lokma korkusuyla)bâzı helâl olan şeyleri terk ederdi.
2-bir fırka da namazın niyyetinde vesveseye kapılır.şeytan,zanlarına göre niyyetlerinin sahih olduğuna inanıncaya kadar bunlara vesvese verir.
Bâzan tekbir almada vesveseye kapılırlar.aşırı titizliklerinden ötürü bâzan tekbir sigasını bile değişirler.
Namazın evvelinde bu kadar itinalı davranırlar da,sonra namazın tamamında gaflete dalarlar,gönüllerini namaza vermezler.
Namaza başlarken göterdikleri dikkatin yeteceğine aldanarak Rableri nezhinde hayır üzere bulunduklarını zannederler.
3- bir gurup da Fâtiha ve namazda okunan diğer sure ve duâların harflerini mahreçlerinden çıkarma hususunda vesveseye kapılan fırkadır.
                Bunlar namazın tamamında gayretlerini şeddeleri çıkarmağa (dâd ile (zı)’nın farkını belirtmeğe verirler.
Kur’ân’ın manâlarını anlamak, ondan ibret almak, zihni Kur’ân asrârına sarf etmek onlarca mühim değildir.
                Bu, aldanış nevi’lerin en çirkinidir. Çünkü halk Kur’ân tilâvetinde harfleri mahreçlerinden özenerek çıkarmakla yükümlü değildir. Konuşma esnasında harfleri nasıl çıkartıyorsa Kur’ân okunurken de o şekilde çıkartırlar.
                Bunlar şu kimseye benzerler: birisine, Pâdişâha dikkatle teslim etmesi için bir mektup verilir. Adam mektup da ne denilmek istendiğini bilmeden, pâdişâh huzurunun gerektirdiği hürmete riayet etmeden mektubu okumağa başlasa; mektubu okurken harfleri çatlatarak çıkartır ve tekrar tekrar okursa böylesinin terbiye edilmesi gerekir ve böylesinin aklının yok olduğuna hükmedilir.
4- Kur’ân okumakla mağrur olan fırka:
Bunlar Kur’ân’ı çok çabuk okurlar. Bâzen iki saatte onu hatmederler. Ne yazık ki dilleri Kur’ân okurken gönülleri guruntu vâdilerinde dolaşır.
                Men’ettiklerinden sakınmak ögütlerinden ibret almak,buyrukları ve yasakları üzerinde durmak,ibret alınması gereken yerlerinde hayret duymak için Kur’ân üzerinde düşünmezler.
                Onlar,aldanmışlardır.zannederler ki Kur’ân gır gır okunmak için indirilmiştir.
Bunlar köleye benzerler:efendisi kölesine mektup yazar.köleye mektub da bâzı direktifler verir.
                Köle mektubu anlamak,gereğiyle hareket etmek için gayret etmez de mektubu ezberlemekle yetinir.fakat beri taraf efendisinin buyruklarının aksine davranır.diğer yandan,ezberlediği mektubu her gün nağme ile yüz defa okur.
                Bu köle elbette cezâyı hak etmiştir. Efendisinin amacının bu olduğunu zanneden aldanmıştır.
                Evet,Kur’an tilâveti unutmamak,ezberlemek için tekrar edilir.ezberlemenin mânası için,mânası da mucibiyle amel etmek,mânalarından faydalanmak içindir.
                Bâzen adamın güzel sesi olur.Kur’ân’ı okur ve okurken lezzet alır da duyduğu lezzete andanır.bu lezzetin ALLAH’A münâcâtın,onun kelâmını işitmenin lezzeti olduğunu sanır. Halbuki o,sesinin sebebiyet verdiği hazdır.Binâen’aleyh,kalbini araştırsın,Rabb’inden  korksun.
5- Başka fırka da oruçla aldanmıştır.
Bâzıları bütün zamanları veya mübârek günleri oruçla geçirirler. Fakat dillerini gıybetten, gönüllerini riyâdan, midelerini iftar anında haramdan, lisanlarını gün boyu fuzuli lâkırdılardan korumazlar. Buna rağmen nefisleri hesâbına hayır umarlar.
Farzları ihmâl eder, nâfilelerin peşinde koşarlar; onun da hakkını vermezler. Bu da gururun son kertesidir.  
6- bir gurup da hac yapmakla aldanmıştır.
Bunlar, zulmettikleri kimselerden helâllik almadan, borçlarını ödemeden, ebeveynlerinin rızâlarını istemeden ve yanlarına helâl azık bulundurmadan hac yolculuğuna çıkarlar. Üstelik bazen farz olan haccı ifa ettikten sonra bu şekilde hareket ederler.
                Yollarda namazlarını ve farzlarını heder ederler. Kötü sözden ve çekişmekten kaçınmazlar. Sonra da kötü bir ahlâk ve mülevves bir gönülle ALLAH’IN evinde. Daha önceden pisliklerden temizlenmezler. Bununla beraber hayır üzere bulunduklarını zannederler. İşte bunlar aldanmıştır.
7-  bir başka fırka da Mekke ve Medine’ye mücavir oldular;bununla aldantılar.
                Kalblerini kontrol etmediler,dışlarını ve içlerini temizlemediler.gönülleri kendi memleketlerine bağlı ,”falanca Mekke’de kalıyor”diyenlerin sözlerine iştiyaklıdır.
                Bunlardan bâzılarının; Mekke’de şu kadar sene müçâvir kaldım”dediklerini görürsün.
                Sonra, Mekke ve Medine’de  yaşarlar, gözlerini malların kirleri olan zekâtlara dikerler,gösteriş yaparlar.
                Bunların hepsi helâk edicidir. Hâlbuki mücâvereti terk etse idi bu belâlardan uzak kalacaktı.
                Fakat övülme isteği, hakkında: “o, mücâvirlerdendir” denilmesi arzusu kendisini mücâverete zorlamıştır.
8- bu fırkalardan bir diğeri ise dünyâ mallarından vazgeçen, önemsiz giyecek ve yiyeceklerle yetinen, mescitleri ve medreseleri mesken edinen fırkadır.
                Bunlar böyle davranmakla zâhidler rütbesine eriştiklerini sandılar. Hâlbuki ilim ve va’z ile (veya sırf dünyâdan el etek çekmekle)baş olma ve mansıb peşindedirler.
                Bu sınıf iki işten en kolayını terk etti, iki tehlikenin en büyüğünü kucakladı.
                Bu gurup da aldanmıştır. Zira o,kendini dünyâdan el-etek çekmişlerden sandı. Hâlbuki dünyânın mânasını, ne demek olduğunu kavramamış ve dünyâ lezzetlerinin sonunun riyâset olduğunu, riyâsete rağbet edenin münâfık, hasedçi, ululuk taslayan, riyâkâr ve bütün pis huylara muttasıf olması gerektiğini bilememiştir.
                Bâzen yalnızlığı ve kuşe-i uzlete çekilmeği tercih ederken yine aldanır. Çünkü insanlara dil uzatır, onlara küçümseyici gözle bakar; kendi amelini beğenir, gönül çirkeflerine tümüyle bulanır.
                Kendisine mal verildiğinde;”bu adam zühdünden vazgeçti! derler”endişesiyle verilenleri almaz.
                O,insanların övgüsü peşindedir. Övgü dünyânın en leziz kapılarından biridir.
                Kendisini dünyâdan vazgeçmiş sanır. Hâlbuki zenginlere hürmet etmekten, onları fakirlere tercih etmekten de geri kalmaz.
Kendisini övenlere sempati duyar, başkalarının övülmesine kızar.
Bunların hepsi şeytanın hile ve aldatmalarıdır. Ondan ALLAH’A sığınırız.
Bedeni ibâbetlerde kendisini yoran, zorlayan öylesi vardır ki; kalbini muhafaza etmek, araştırmak, onu riyâdan, kibirden, ücübden temizlemek aklından bile geçmez.
Zâhiri amellerle yarlığanmış olacağını, gönülle(kalple)ilgili hususlarda siğaya çekilmeyeceğini vehmeder. Zâhiri ibâdetlerin iyilikler kefesinde ağır basacağını zanneder.
Heyhât! takvâ sâhiblerinin amellerinden bir zerre, akıllıların ahlâkından bir ahlâk; âzâlarla yapılan dağlar gibi amellerden çok daha üstündür.
Evet, bu tip insanlar hiçbir zaman kendilerini kötü ahlâktan, insanlara karşı sert muameleden, bâtınlarını da gösteriş ve şak şak sevgisinden soyamazlar.
                Bunlardan birine;”sen yerin direklerinden, ALLAH’IN dostlarından, onun sevgililerindensin!” denildiği vakit mağrurun hoşuna gider, yağcıyı tasdik eder, insanların kendisini tezkiye etmesini ALLAH nezhinde makbul bir kul olduğunun delili zanneder.
İnsanlar onun iç pisliklerini bilmedikleri için kendisini tezkiye ettiklerini itiraf edemez.
9- diğer bir gurup da nâfile ibâdetlere karşı aşırı istekli olanlardır.
Bu gurup nâfilelere verdikleri önemi farzlara vermezler. Kuşluk namazı, gece ibâdeti ve benzeri nâfilelerle coşarlarken, aynı coşkuyu farz namazlara karşı göstererek farzları vaktin evvelinde kılmaya koşmazlar. ALLAH’IN Resûlü’nün bildirdiği şu ilâhî hadîsi unuturlar.”bana yaklaşanlar, kendilerine borç kıldığım farzları edâ etmekle yaklaştıkları gibi hiçbir şeyle yaklaşamamışlardır.”
Tat o azâbı!
“Çünkü sen iddiânca çok ulu,çok şerefli idin!” derler.
                O günahkârlar ebediyen kalacakları ateşin devamlı tutuştuğu yerde iskân edilirler. İçkileri kaynar su, karargâhları cehennemdir.
                Ayakları perçemlerine bağlanır, ma’sıyyeyleri zulmetinden yüzleri simsiyah olur.
                Cehennem etrafında köşelerde bağırır dururlar: Ey! Mâlik, derilerimiz pişti! Ey! Mâlik, bizi buradan çıkar; bir daha günâha dönmeyeceğiz!” diye yalvarırlar. Zebânî cevap verir:”şimdi kurtuluş zamanı değildir. Bu zillet yurdunda size çıkış yoktur. Orada geberiniz, konuşmayınız. Siz oradan çıkarılsanız yasak edilenlere yine dönersiniz.”
Bu cevap karşısında cehennem ehli umutlarını keserler, ALLAH’A tâat hususundaki kusurlarından dolayı teessüf ederler. Ama onları pişmanlık kurtarmaz, üzüntüleri kendilerine fayda sağlamaz.
“Yetiş ey Helâk!” diye çağırırlar. Kazanlardaki suların kaynaması gibi ateş beyinlerinde kaynar. Demirden kamçılarla alınlarına vuruldukça ağızlarından kan, irin akar.
                Bu durum karşısında ölümü temenni ederler; ama ölmezler. Onlara bir bakabilsen nasıl olur! Kaynar su ile yüzleri siyahlamış, gözleri kör olmuş, dilleri tutulmuş kemikleri kırılmış, derileri parçalanmıştır.
Ateşin lâvları organlarının içlerine sirâyet eder. Cehennemin yılanları ve akrepleri de âzâlarının dış kesimlerine sarılır.


Hiç yorum yok: