Türkçe Olimpiyatları’nın kapanış töreninde Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan’ın ‘‘Bitsin bu gurbet’’ çağrısına Fethullah Gülen Hocaefendi’den
oldukça hissiyatlı bir cevap geldi. Hocaefendi, ‘‘Türkiye’deki olumlu
şeylerde bir duraklama olacaksa şayet, ben bir müddet daha ömrüm vefa
ederse burada kalmayı; ülkeme, milletime, ülkemde olan o şeylere zarar
vermemek için dâu’s-sıla deyip sıla sevdasıyla, kahve içtiğim kahveleri
bile böyle hatırlayarak ve sonra ondan kaçarak, burnumun kemikleri
sızladığı anda ondan uzaklaşarak, burada kalacak, yaşayacağım...’’ dedi
Cuma
günü ikindi sohbetinde, Başbakan Erdoğan’ın ‘Bitsin bu gurbet’
çağrısına binaen dönüp dönmeyeceğinin sorulması üzerine Hocaefendi’nin
verdiği cevap oldukça duygulu oldu. Hocaefendi’nin gözyaşlarına hakim
olamaması üzerine salondakiler de uzun süre hıçkırıklarla ağladı.
Hocaefendi
ayrıca, eğer yurtdışında vefat ederse Türkiye’de defnedilmesini de şu
cümlelerle vasiyet etti: “Kendi ülkemde ölmeyi ve mübarek annemin
ayaklarının dibine gömülmeyi arzu ederim. Bunu da benim vasiyetim
sayın!.. Ama yaptığım şeylerde, düşüncelerimde, planlarımda,
gayretlerimde, milletime, ülkeme zerre kadar zarar gelmesine razı
olamam. Yüzde bir ihtimalle de olsa razı olamam ona.”
Hocaefendi’nin
söz konusu soruya verdiği cevap şu şekilde: ‘‘Estağfirullah. Bunu
hemen söyleyeyim: O, kendine yakışanı yaptı. Fakat o ilk değil; sayın
Cumhurbaşkanı da, o da, açıktan açığa dedikleri de oldu, bir vasıta ile
bana söyledikleri de oldu. Ricâl-i devletten daha başkaları da
kendilerine yakışan o civanmertliği sergilediler; bugüne kadar ben
defaatle duydum, o arkadaşlardan yanıma gelenler de aynı şeyleri teklif
ettiler; “Artık Türkiye’ye gelme zamanı değil mi?” dediler.
Şimdi,
onlar bununla kendilerine düşen, kendilerine yakışanı yapıyorlar. Ben
de -ben demek de çok çirkin bir şey- ben de kanaat-i âcizânemce bana
yakışanı yapmam lazım. Şimdi onlar davet ederler, gel derler, normaldir.
Millet de, onlar davet etmeleri lazım geliyor gibi onlara bakabilirler.
Ve nitekim zannediyorum orada alkışın ritmi, dozu biraz yükselince de
herhalde, öyle bir talep imajı aldı sayın Başbakan ve ondan da
“anlıyorum” dedi, yani oradaki anlayışını da ortaya koydu. Halk da öyle
diyebilir; onlar çağırdığı zaman, çağırmasalar ben gidemem, Türkiye
emin, böyle güvenli bir yer değil, dolayısıyla başıma gâile açarım, dert
açarım başıma (diye gitmiyorum zannediliyor olabilir.)
Arz
edeceğim şeyler böyle yakışıksız şeyler olabilir de ben hiçbir zaman
böyle başıma dert açacağım mülahazası yaşamadım. 27 Mayıs gördüm, tekdir
gördüm, hatta ölümle tehdit edildim. Karşıma çıkan bir emniyet amiri,
merdivenlerin başında, eğer dur demeseydi, o dramatik filmlerde olduğu
gibi, merdiven boşluğundan aşağıya atacaktı beni. Dur deyince durdu
orada. Sonra da beni kovdu oradan. Ne arıyorsun burada, Caminin imamı
yani, askere gitmemiştim daha o gün. 12 Mart ondan sonra geldi. Üç sene
mahkeme sürdü, ben üç sene mahkûmiyet aldım. Bir sene de sürgün aldım.
Ve aylarca içeride kaldım. Ama buna seve seve gittim, hiç şikâyet
etmedim. Şikâyet ettimse, siz de bilirsiniz. 12 Eylül’de bir şaki gibi 6
sene kaçtım sadece. İçeriye girenler dediler ki “gireni iflah
etmiyorlar.” Askeriyeden ayrılma rahmetlik Cahid Efendi “Aman Hocam”
dedi. İçeriye girdi çıktı. Kader başta beni teslime götürmeyen bir yol
irae etti (gösterdi) bana. Ben de o yolda yürüdüm. Teslim olmayı
düşünmedim. Sû-i niyetliymiş insanlar, kötü şeyler düşünüyormuş. Daha
önce çok kötü şeyler düşündükleri gibi bunda da çok kötü şeyler
düşünüyorlarmış.
Daha sonra 28 Şubat, 27 Nisan meseleleri oldu. O
dönemde de tehditler oldu, hatta ben yine Amerika’daydım 1997’de.
Devletin başındaki insan bir yerde önemli bir değişiklik olunca bana
telefon etti “gel” dedi, “durum değişti, burası emniyet ve güven içinde”
dedi. Gittim. Yine hastane için Mayo kliniğe geldim ben, o zaman
tedaviye geldim yani. Belki stend taktırmaya geldim o zaman. İşte o
gelişimde kaldı öylece.
Aslında şahsım adına endişe duymadım ben.
Dünyaya beni bağlayacak hiçbir şeyim yok. Bunları dersem biraz iddia
gibi olur. Bir dikili taşım olmadı. Evlad u iyalim olmadı. Çoluğum
çocuğum olmadı. İleriye matuf bir hesabım olmadı. Bunları, mensubu
olduğum, gönlümü verdiğim, gaye-i hayal yaptığım davama, düşünceme hep
aykırı saydım.
Burada utanarak bir şeyi arz edeceğim size: Ben
size utanarak bir şey arz edeceğim; askerliğim esnasında annem babam
amcamı araya koyarak ve bütün büyüklerim başımda, bana “hayatını
değiştir” dediler; çok cazib bir teklif sunduklarında arkasında
yürüdüğüm amcama “Ben sizin dininizden şüphe ediyorum” dedim. “Din böyle
künde üstüne künde giderken, ben boynumu ona kaptırmışım, bir de
ayağıma böyle pranga vurursanız, sırtım yere gelir benim” dedim, “Ben
öyle şeyleri hiç düşünmüyorum.”
ÇOK SEVDİĞİM YAŞAR HOCA, İZMİR’E GELDİĞİM ZAMAN BOYNUMA SARILDI
Kestanepazarı’nın
avlusunda, “Yahu Hoca” dedi, “Falan…” dedi. “Hocam, dedim, ben hiçbir
zaman aklımdan geçirmedim, ben sadece kendimi bu işe vakfettim. Başka
şeyi düşünmeyi kendime haram sayıyorum.” Objektif değil, herkes için
değil, ben zayıf bir insanım, iki şeyi birden taşıyamam diye, tek şeyi
omuzumda taşıyayım diye… Boynuma sarıldı “Sen beni dinlemezsen kim beni
dinler? ” dedi. Öyle mahzun bıraktım onu.
Dünya adına hiçbir
sevdam olmadı, hiçbir şeye bağlanmadım. Çok cazip şeyler ayağımın ucuna
kadar geldiği halde, “Bu da benim olsun” falan demedim, düşünmedim. Tek
nam-ı celil-i Muhammedi dört bir yanda şehbal açsın istedim ben. Ama o
mevzuda denecekleri doğru diyemedim, söylenecekleri söyleyemedim.
Nefsimi karıştırdım… Sesimi ayarlayamadım. (hıçkırıklarla ağladı)
Sizin
sorunuza geleyim: Ben şahsım adına hiç endişe duymadım, hatta “44
yaşındayken belki beni asarlar” diyordum, “44’te asmadıklarına göre 55, o
da 11’in katı..” dedim, “Belki o zaman asarlar!” 66 oldu, “Belki o
zaman asarlar” dedim, asmadılar. Ben hep o hülyalarla yaşadım. Rabbim
buna şahit. Ancak, eğer sizin bir gaye-i hayaliniz varsa, bir mefkûreniz
varsa; o da o Türkiye’de yeni yeni problemlerin olmaması, bir kısım
huzursuzlukların olmaması, bir kısım huzursuzlukların çıkmaması, bir
kısım kazanımların -hafizanallah- kaybedilmemesi için yüzde bir
ihtimalle oraya gitmeniz bu hususlara zarar verecekse, işte ben o
endişeyle, şahsım adına değil de o endişe ile gitmek istemem. O endişemi
de izale edebilecek bir tablo görürsem.. o zaman fakirin bileceği şey.
Fakirin bileceği şey.. “Benim bileceğim şey” demek yine benlik kokuyor,
“Benim bileceğim şey” demeyeceğim, fakirin bileceği şey.
Gittiğimde
oraya, birileri, işin rövanşı peşinde koşan birileri, bazı müesseselere
zarar vermek suretiyle, idareyi zor durumda -yüzde bir ihtimalle-
bırakacaklarsa şayet, Türkiye’deki olumlu şeylerde bir duraklama
olacaksa şayet, ben bir müddet daha ömrüm vefa ederse burada kalmayı;
ülkeme, milletime, ülkemde olan o şeylere zarar vermemek için dau’s-sıla
deyip sıla sevdasıyla, kahve içtiğim kahveleri bile böyle hatırlayarak
ve sonra ondan kaçarak, burnumun kemikleri sızladığı anda ondan
uzaklaşarak, burada kalacak, yaşayacağım...
Bütün bu endişeler
zail olduğu zaman, oturur, kendi arkadaşlarımla, kader birliği yaptığım
arkadaşlarımla meseleyi detaylı görüşürüm, ondan sonra…
Ben de
arzu ediyorum. Burada öldüğüm zaman bile buraya gömülmeyi istemiyorum,
kendi ülkeme, kendi toprağıma gömülmeyi arzu ediyorum. Gelirken biraz,
burada ölürüm kalırım diye arkadaşlara demiştim, “Paranızla bir yer
alın, bize ait olsun, Türk milletine ait olsun, oraya gömersiniz”
demiştim; fakat sonradan vazgeçtim; daü’s-sıla duygusu öyle düşünmeme
fırsat vermedi.
Kendi ülkemde ölmeyi ve mübarek annemin
ayaklarının dibine gömülmeyi arzu ederim. Bunu da benim vasiyetim
sayın!.. Ama yaptığım şeylerde, düşüncelerimde, planlarımda,
gayretlerimde, milletime, ülkeme zerre kadar zarar gelmesine razı
olamam. Yüzde bir ihtimalle de olsa razı olamam ona.
O talep eden
arkadaşlarımız, devlet büyüklerimiz kusura bakmasınlar!.. Talep
etmeleri onların civanmertlikleri, ama benim bu mevzuda düşünmem de,
onlara karşı, onların yaptığı şeylere karşı saygımın gereği…
Kusura bakmayın diyecek başka...’’
kaynak; http://cihan.com.tr/caption/Erdogan-in-hasret-bitsin-cagrisina-Fethullah-Gulen-cok-duygulu-cevap-verdi-CHNzI3MDc2LzQ=
16 Haziran 2012 Cumartesi
10 Haziran 2012 Pazar
ANADOLU'DA ilk cami ve Habib-i Neccar Hazretleri
Hatay'a gidenlere
mutlaka Kurtuluş Caddesi ile Kemalpaşa Caddesi kavşağındaki Habib-i
Neccar Camii'ni ziyaret etmeleri tavsiye ediliyor. Çünkü bu caminin hem
Hıristiyanlar hem de Müslümanlar için önemli bir anlamı var.
Cami, özellikle şehri ziyarete gelen Hıristiyanların uğrak mekânlarından
biri olmuş. Hıristiyanlar için önemli, çünkü bir Müslüman
ibadethanesinin avlusunda Hz. İsa'nın havarileri Yahya, Yunus ve
Şem'un-ı Sefa'ya (bu isimler yabancı kaynaklarda sırasıyla Yuhanna,
Pavlos ve Petrus olarak geçiyor) ait olduğu rivayet edilen kabirler var.
Müslümanlar için önemi ise bu mekanın Anadolu'da yapılan ilk cami
olması ve Habib-i Neccar'ın hikayesinin Yasin sûresinde anlatılması.
Hatta tarihî kaynaklarda İslamiyet'in Anadolu topraklarına buradan
yayıldığı anlatılıyor. İsa Peygamber döneminde yaşamış bir Allah
dostunun adını taşıması da Habib-i Neccar Camii'ne farklı bir özellik
kazandırıyor.
Kaynaklarda belirtildiğine göre Habib-i Neccar, marangozlukla uğraşan
kendi halinde sıradan bir Antakyalı (Neccar Arapçada marangoz demek).
Hazreti İsa'ının elçileri Yahya ve Yunus şehre gelmeden önce kazancının
yarısını fakir fukaraya veren, diğer yarısını çocuk çocuğuna harcayan,
Allah'ın has kullarından biri.
Yasin sûresinin 20. ayetinde "... o sırada şehrin öbür ucundan bir adama koşarak geldi..."
diye bahsedilen kişinin Habib-i Neccar olduğu ve Yasin'in 13-32 ayetleri
arasında anlatılan sonu kanla biten olayın Habib, Yahya, Yunus ve
Şem'un-ı Sefa arasında geçtiğine inanılıyor. 'İnanılıyor' diyoruz, çünkü
Elmalılı Hamdi Yazır'ın Hak Dini Kur'an Dili adlı meşhur tefsiri ve
Diyanet İşleri Başkanlığı'nca yayımlanan Kur'an Yolu adlı tefsir, bu
konuda ihtiyatlı bir dil kullanarak birbirinden farklı yorumlarda
bulunuyor. Habibi-i Neccar'ın ve camiinin Antakya'da anlatılan hikâyesi
ise şöyle:
Habib-i Neccar ve İsa Peygamber'in elçileri
Habib-i Neccar Camii, ismini, caminin avlusunda kabri bulunan bir zattan
alıyor. İsa Peygamber döneminde gönderilen elçilere iman eden ve
inancından dolayı şehit edilen Habib-i Neccar, cüzam hastası bir oğlu
olduğu için şehrin doğusundaki dağda bir mağarada ikamet etmektedir.
Hazreti İsa'nın gönderdiği elçiler, Yahya ile Yunus şehre dağ tarafından
girer ve ilk olarak Habib-i Neccar ile karşılaşırlar. Habib-i Neccar,
yabancılara kim olduklarını sorar. "İsa Peygamber'in havarileriyiz"
cevabını alınca onlardan bir delil ister. Onlar da "Biz hastalara şifa
veririz." derler. Marangoz Habib, havarileri oğlunun yanına götürür.
Elçiler, Allah'a dua eder, sırtını sıvazlarlar ve çocuk, Allah'ın izni,
elçilerin eliyle şifa bulup ayağa kalkar. Bu olay karşısında Habib-i
Neccar, havarilere tereddütsüz iman eder.
Tek bir Yaratan olduğunu anlatmak için şehre inen elçilerin sözüne kimse
itibar etmez. Ancak çeşitli hastalıklara şifa verdikleri şehirde de
duyulur ve halk etraflarında toplanmaya başlar. Bunu duyan şehrin kralı
elçileri sorgusuz sualsiz zindana attırır.
Hz. İsa, havarilerinden uzun süre haber gelmeyince üçüncü elçi Şem'un-ı
Sefa'yı Antakya'ya gönderir. Şem'un-ı Sefa, ilk iki elçi gibi kimliğini
açığa vermez, saraya kadar girmeyi başarır. Kralın güvenini kazanınca
önceki elçilerden bahseder. "Kralım bu yabancılar çeşitli hastalıklara
şifa verdiklerini iddia ediyorlar. Bunları bir imtihan edelim." der.
Kral da onu kırmaz, zindandaki elçileri huzuruna getirtir. Şem'un-ı
Sefa, arkadaşlarına sorar: 'Siz kimsiniz, nereden gelip nereye
gidiyorsunuz?' Onlar da İsa Peygamber'in elçisi olduklarını söylerler.
'Madem sizi bir peygamber gönderdi, elinizde bir delil olması lazım.'
der. Onlar da amaların gözlerini açabildiklerini, ölüleri
dirilttiklerini söylerler. Yeni ölmüş bir ceset önlerine getirilir.
Yahya ve Yunus açıktan, Şem'un-ı Sefa içinden dua eder ve ölü
dirilir. "Ey Antakya halkı eğer siz de öldükten sonra benim gördüklerimi
görmek istemiyorsanız, çok zor durumdayken beni kurtaran bu üç kişiye
tabi olun." diye halkı uyaran kişi, eliyle üç elçiyi işaret edince
Şem'un-ı Sefa'nın da kimliği açığa çıkar.
Kral hayretle sorar: "Şem'un sen de mi bunlardansın?" Çok zeki olan
üçüncü elçi, soruya soruyla cevap verir: "Kralım bu yabancılar çok
olağanüstü bir hal gösterdiler, sen de taptığın putlarına söyle, daha
üstün hünerler göstersinler. Yoksa bunlar seni halkın önünde mağlup
ediyorlar." Kral köşeye sıkışınca itiraf eder: "Şem'un senden gizlim
saklım yok. Bizim taptığımız putların böyle güçleri yok. Yemez, içmez,
konuşmazlar." Bunun üzerine Şem'un kralı ikna eder ve kralın iman ettiği
rivayet edilir.
Ancak inancını halka açıklamaz. Halk da iman etmemekte direnir. Büyü
yapıldığını söyleyip elçileri linç etmeye kalkarlar. Bu sırada Habib-i
Neccar koşarak şehre gelir ve
"Ey kavmim, bu elçilere uyun. Sizden hiçbir ücret istemeyen o kimselere tabi olun, onlar doğru yoldadırlar" der.
(Yasin Sûresi'nin 20-22 ayetlerinde geçen bu sözleri Habip Neccar'ın söylediğine inanılıyor.)
Ama halk hem havarileri hem de Habib-i Neccar'ı taşlayarak şehit eder...
Habib-i Neccar'a öldükten sonra cennetteki makamı gösterilir. Bunun
üzerine "Keşke Rabb'imin beni bağışladığını ve güzel biçimde
ağırlananlardan eylediğini kavmim bilseydi." der. (Yasin 26-27) Bu
olaydan sonra Antakya halkı helak olur. Yasin'in 28-30. ayetlerindeki
'Ondan sonra onun kavmi üzerine gökten bir ordu indirmedik, indirmeyiz
de. Cezaları korkunç bir sesten ibaretti; sönüp gidiverdiler..."
ifadesinin bu felaketi anlattığı rivayet ediliyor.
Aradan uzun bir zaman geçtikten sonra Antakya'da yeni bir yerleşim yeri
kurulur ve Hz. Ömer'in hilafeti döneminde 636 yılında İslam ordusu şehri
fetheder. Mezarların yeri tespit edilir, onların ve fethin anısına cami
ve türbeler yapılır.
Habib-i Neccar Camii, Türkiye sınırları içerisinde ilk yapılan cami olarak biliniyor.
969'a kadar cami olarak kullanılan bina şehir Hıristiyanlar eline
geçince kiliseye çevrilir. Süleyman Şah döneminde 1084 yılında şehri
tekrar Müslümanlar ve bina yeniden cami olur. 1096 Haçlı Seferleri'nde
yine kilise olur, en son 1268'de Memluk sultanı kiliseyi camiye çevirir
ve o tarihten bugüne kadar cami olarak kalır. Ancak Hatay birinci derece
deprem bölgesi olduğundan 1853'teki büyük depremde öndeki yapı tamamen
yıkılmış. Şu andaki haliyle 1857 yılında inşa edilmiş. İsa Peygamber'in
havarilerinin burada olması, Hıristiyanlarca kutsal kabul edilmesi,
Anadolu'da ilk yapılan cami olması nedeniyle Habib-i Neccar Camii,
Antakya'da sembollerinden biri olarak kabul ediliyor.
(ihyaforum.com // Müderris )
5 Haziran 2012 Salı
Mü'min olduğuna şahitlik yapınız.
"Bir
kimseyi camide cemaatle namaza devam eder halde görürseniz, onun Mü´min
olduğuna şahitlik yapınız. Çünkü, yüce Allah "Allah´ın mescidlerini ancak
Allah´a ve ahiret gününe inananlar şenlendirirler" buyurmuştur." (Tirmizi-Hadis)
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Cübbeli Ahmet Hoca'nın güzel bir kıssası var ya;
Gençken gelme, ihtiyarken gelme, ölünce geleceksin musallaya.
- Soracak
hoca;
-Nasıl bilirdiniz?
Camide hiç görmedik ki herifi nasıl bilelim.
Selam ve dua ile.
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Sual: Cenaze namazını kılanların çok olması iyi
midir?
CEVAP
Cenaze namazında cemaatin çok olması iyidir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Kırk müslüman, bir Müslümanın namazını kılarsa, Allahü teâlâ, ölü için yaptıkları duayı kabul eder.) [Müslim]
(Bir müslüman ölür de, üç saflık Müslüman bir cemaat, namazını kılarsa, o kimse, Cennete girmeye hak kazanır.) [Tirmizi]
(Cenaze namazında yüz Müslüman bulunan mevtayı Allahü teâlâ mutlaka affeder.) [Taberani]
(Bir Müslümanın iyi olduğuna dört komşusu şahitlik ederse, Allahü teâlâ, "Ben sizin bildiğinizi kabul ettim. Onun bilmediğiniz hususlarını da affettim" buyurur.) [Ebu Ya’la]
(Bir Müslümanın iyiliğine dört müslüman şahitlik ederse, Allahü teâlâ onu Cennete koyar.)
[Buhari]
(Bir müminin cenazesinde, kırk Müslüman bulunursa, Allahü teâlâ o kırk kişiyi bu Müslümana şefaatçi kılar.) [Müslim]
CEVAP
Cenaze namazında cemaatin çok olması iyidir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Kırk müslüman, bir Müslümanın namazını kılarsa, Allahü teâlâ, ölü için yaptıkları duayı kabul eder.) [Müslim]
(Bir müslüman ölür de, üç saflık Müslüman bir cemaat, namazını kılarsa, o kimse, Cennete girmeye hak kazanır.) [Tirmizi]
(Cenaze namazında yüz Müslüman bulunan mevtayı Allahü teâlâ mutlaka affeder.) [Taberani]
(Bir Müslümanın iyi olduğuna dört komşusu şahitlik ederse, Allahü teâlâ, "Ben sizin bildiğinizi kabul ettim. Onun bilmediğiniz hususlarını da affettim" buyurur.) [Ebu Ya’la]
(Bir Müslümanın iyiliğine dört müslüman şahitlik ederse, Allahü teâlâ onu Cennete koyar.)
[Buhari]
(Bir müminin cenazesinde, kırk Müslüman bulunursa, Allahü teâlâ o kırk kişiyi bu Müslümana şefaatçi kılar.) [Müslim]
Sual: Bir cenaze olunca, imam, "Bunu nasıl
bilirsiniz?" diye soruyor. Böyle söylemek caiz midir? Cenaze için,
"iyi biliriz" demenin ölüye ne faydası olur?
CEVAP
Cenaze için "Nasıl bilirsiniz?" diye sormak caizdir. "İyi biliriz" demek faydalıdır. Enes bin Malik hazretleri bildirir: Bir cenaze kötülenince Resul-i ekrem, (O cezayı hak etti) buyurdu. Başka bir cenazeyi de övdüler. Buyurdu ki:
(Ona da iyilik vacip oldu. Bunu övdünüz Cenneti, ötekini kötülediniz Cehennemi hak etti. Sizler yeryüzünde Allah’ın şahitlerisiniz.) [Buhari]
Sizlerden maksat, salihlerdir. Fâsıklar, dinsizler Allah’ın şahitleri değildir. Onların sözleri ile bir kimse Cenneti veya Cehennemi hak etmez. Salihler, müslümanlara hüsn-i zan eder. Salih, zan ile hiçbir müslümana kötü demez. Böyle salihlerin, günahkâr müslümanlar hakkındaki şahitliğini Hak teâlâ kabul eder. Ölülerimizi, hayırla anmalıyız. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Ölülerinizi iyilikle anın. Eğer Cennetlikse, kötü söylemekle günahkâr olursunuz. Cehennemlik ise, zaten içinde bulunduğu hâl kâfi gelir.) [Nesai]
(Müslüman cemaat, ölünün iyiliğine şahitlik ederse, Hak teâlâ, meleklere buyurur ki: Şahit olun, bu şahitliği kabul ettim. Ölünün de kötülüklerinden vazgeçtim.) [İ.Ahmed]
CEVAP
Cenaze için "Nasıl bilirsiniz?" diye sormak caizdir. "İyi biliriz" demek faydalıdır. Enes bin Malik hazretleri bildirir: Bir cenaze kötülenince Resul-i ekrem, (O cezayı hak etti) buyurdu. Başka bir cenazeyi de övdüler. Buyurdu ki:
(Ona da iyilik vacip oldu. Bunu övdünüz Cenneti, ötekini kötülediniz Cehennemi hak etti. Sizler yeryüzünde Allah’ın şahitlerisiniz.) [Buhari]
Sizlerden maksat, salihlerdir. Fâsıklar, dinsizler Allah’ın şahitleri değildir. Onların sözleri ile bir kimse Cenneti veya Cehennemi hak etmez. Salihler, müslümanlara hüsn-i zan eder. Salih, zan ile hiçbir müslümana kötü demez. Böyle salihlerin, günahkâr müslümanlar hakkındaki şahitliğini Hak teâlâ kabul eder. Ölülerimizi, hayırla anmalıyız. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Ölülerinizi iyilikle anın. Eğer Cennetlikse, kötü söylemekle günahkâr olursunuz. Cehennemlik ise, zaten içinde bulunduğu hâl kâfi gelir.) [Nesai]
(Müslüman cemaat, ölünün iyiliğine şahitlik ederse, Hak teâlâ, meleklere buyurur ki: Şahit olun, bu şahitliği kabul ettim. Ölünün de kötülüklerinden vazgeçtim.) [İ.Ahmed]
2 Haziran 2012 Cumartesi
Selâm size
Meleklerin;“ Selâm size, yaptıklarınıza* karşılık cennete girin” ...denilen kullarından
eylesin. Âmin
NAHL16/32'e atfen.
(*)=yaptıklarınıza karşılık; ilkönce Allah’a iman; Kelime-i
şahadet getirmek "Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve Eşhedü enne
Muhammeden abdûhü ve Rasûlühû". ALLAH rızasını kazanmak niyet
ile yapabildiğiniz kadar ibadet, hayırlı işler-i ameller, namaz kılmak, oruç tutmak,
zekât vermek, hacca gitmek,
kurban kesmek, sadaka, salâvat, dua okumak v.b; Fatiha okuyup ölü-dirilerimize hediye etmek (fazlası ile sana geri döner sevabı hem de kıyamete kadar.
kurban kesmek, sadaka, salâvat, dua okumak v.b; Fatiha okuyup ölü-dirilerimize hediye etmek (fazlası ile sana geri döner sevabı hem de kıyamete kadar.
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
NAHL-16/32 'İN MEALİ:Takva sahipleri o kimselerdir ki, melekler, canlarını hoş ve rahat halde
alırlar. «Selam size, yapmış olduğunuz güzel işlerin mükafatı olarak
girin cennet'e...» derler.
Sadakallahul Azim*
Manası ; Azim olan
Allah doğru söyledi* demektir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)