Müslümanlar okumuyor. Okuyanların sayısı hayli az. Müslümanların kahir ekseriyeti, okumadıkları ya da tek kanaldaki kitapları okudukları için İslâmî konularda muarızlarına (karşıtlarına) okkalı cevaplar vermekten âciz kalıyorlar. Oysa bazı İslâm hakikatlerini İslâmla pek sıkı fıkı olmayan, hattâ çağdaş kesimden kişiler de zaman zaman itiraf etmişler, ediyorlar. Onları da okumak, gerektiğinde, yeri geldiğinde muarızların itirazlarına cevap olarak sunmak gerek.
Bugün sizlere iki isimden “tesettür” bahsiyle alâkalı iki örnek vermekle yetineceğim. Bunlardan ilki Ahmed Haşim, diğeri Yakup Kadri (Karaosmanoğlu).
Ahmed Haşim “Kelimelerin Hayatı” başlıklı makalesine başlarken lisanın herşeyden fazla ağaca benzediğini; lisanın da, mevsim mevsim rengini kaybedip, yapraklarını döküşünü; kelimelerin de eskiyip kullanımdan kalkması ya da eski değerlerini kaybetmesine benzetir. Misâl olarak da “melek” kelimesini verir.
Melek, gözleri mavi, saçları sarı, beyaz entarisinin etekleri uzun bir mahlûktur. Lakin günümüzde melek kalmamıştır şaire göre...
“...Fakat kadın saçları, berber makasıyla kısalıp, eteklerin yarısı da terzi nefesiyle uçarak dizlerini çıplak bıraktığı günden sonra [ne dizi üstad, şimdi kefen bezine mahrem yerlerine kadar çıplak... Hattâ sadece bacaklarda değil çıplaklık, göbekler de fora...] melek, birden mazinin silik şekilleri arasına düşmüştür... Şeytanî bir alevin temasıyla, taraf taraf ateş kırmızılığına boyanan muasır kadın çehresi yanında, uzun sarı saçlı ve mavi gözlü 'melek' şimdi aptal bir halayık (hizmetçi) çehresinden daha fazla cazip değil...”[1]
Ahmet Haşim gibi, solcu bir yazar olan Yakup Kadri de (Karaosmanoğlu) kadının tesettürlü halini güzel bulanlardandır. Hattâ Y. Kadri Çarşaf ve Peçe’ye Dair isimli nefis makalesinde çarşafı öyle bir anlatır ki, benim diyen İslâmcı yazar öyle bir çarşaf anlatımı (tasviri) yapabilmiş değildir..
Evet, aşağıdaki yazı, Mehmet Akif Ersoy yahut Yahya Kemal (Beyatlı)’nın falan değil. Solcu yazarlardan, yani dindar bile olmayan Yakup Kadri (Karaosmanoğlu)’na ait bir yazı bu... Bu metni basmamak için yıllarca Yakup Kadri'nin Erenlerin Bağından ve Okun Ucundan isimli kitapları basılmamıştır. 70’li yıllarda Kültür Bakanlığı'nın bastığı nüshada da yoktur, kitaptan çıkarılmış ve geri kalan metinler basılmıştı... Yakup Kadri Karaosmanoğlu bu nefis makalesinde bakınız peçeyi ve çarşafı nasıl anlatıyordu... İşte o muhteşem makale:
«ÇARŞAFA VE PEÇEYE DAİR»
“Bu çirkin asrın ve bu çirkin muhitin yegâne süsü, yegâne güzelliği sizin çarşafınız, sizin peçenizdir. Yalnız bunlardır ki gözlere hâlâ bakmak tahammülünü, bakmak arzusunu veriyor... (...)
... siz hilkaten müsrifsiniz, hazinelerinizin bahasını bilmezsiniz; her şeyde bahil olan tabiat, bütün cömertlik kabiliyetini size verdi, sizin kalbinize döktü, fakat öyle bir ifrat ile ki, nihayet böyle bir tedbire ihtiyaç messetti. Zaten insanların yegâne vazifesi tabiatın hatalarını tashihe çalışmak değil midir? İnsanlar, kadınlara tahakküm ettikleri gündür ki, tabiata galip geldiler. Cemiyetlerin ve medeniyetlerin esasını bir erkeğin kıskançlığı kurdu. 'Memleketlerden, vatanlardan evvel ilk müdafaa edilen kadındı. Bana inanınız, bütün bu evler, bu mabetler ve bu şehirler sizin için yapıldı ve sizin açıldığınız ve sizin kıskançlık mahbesini yıktığınız yerlerde derhal evler yıkıldı, mabetler harap oldu, şehirler çöktü. Çünkü, sizin mahbesleriniz o yerlerin surları idi, kaleleri idi...
Niçin başka cinsten kadınlara bakıp ta başınızda garip mütalealara meydan açıyorsunuz? Onlardan size ne? Siz, başlı başınıza bir âlemsiniz; ben o âleme girdiğim dakikadan itibaren hariçte bir başka mevcudiyet var mı, yok mu? unuttum bile. Siz niçin kendinizde herkesi unutmuyorsunuz?
Söze başlarken size demiştim ki bu çirkin asrın, bu çirkin muhitin yegâne süsü, yegâne güzelliği sizin çarşafınız, sizin peçenizdir. Memnun ve müsterih yaşamak için bu kanaat size kifayet etmez mi? Halbuki benim ruhumu sadece bu kanaat dolduruyor: Peçeniz ve çarşafınız... Bunlardır ki bana muhabbeti öğretiyor, hayata muhabbeti, aşka muhabbeti, memlekete muhabbeti öğretiyor; bahusus memlekete muhabbeti... Zira, sizin bu örtüleriniz, bu süsleriniz değil midir ki minarelerden ve o al rayetten sonra bu serseri ruha bir raz âşinâ melce ve bir emin mersa saadeti veriyor. Peçenizin kudsiyetini şuradan anlayınız ki, bir yabancı elin ona uzanması ihtimali bile gayz nedir, hırs nedir, intikam nedir, kin nedir hiç bilmiyen bu tenbel ve yorgun ruhda beldeler yıkacak, burç ve barular devirtecek bir ateş alevliyor.
Gördünüz mü? Peçenizden bahsederken haşin adımlarla yüksek surlar etrafında dolaşan bir eski kahraman gibi söz söylemiye başladım. Belki, bunların hiç birini yapmıyacağım, fakat emin olunuz ki şu dakikada çok samimiyim. Size, sizin örtülerinize ve süslerinize doğru teveccüh edince kendimi her şeye kadir farz ediyorum. Tarih, menakibi beşeriyeyi dolduran en büyük kahramanlıklar bana birer çocuk oyunu gibi geliyor.
Sakın onları çıkarmayınız, sakın onları atmayınız. Bu çirkin asrın, bu çirkin muhitin ortasında asalet ve zarafete yegâne dâl olarak bunlar, sade bunlar kaldı. İnsanlar, senelerden beri, insanlığı terzil için ve cemiyetlere manzaraların en fenasını vermek için sevimsiz bir cinnetle her şeyi devirdiler. Bu güruha peyrev olmak size yakışır mı? Ben sizi zamanların ve insanların fevkinde, onların haricinde biliyorum. Siz mestur ruhlardan değil misiniz? Dünya yüzünde tek başına kalan ulvî bir dinin ilâhı sizi bu sıfatla sair mahlûkat arasında mümtaz kılmamış mıydı? Siz O’nun halkettiği cennetâsa âlemin meleklerisiniz. O, «Kitab»ında sizin isminizi zikretti, o vakitten beri siz mukaddesat meyanına girdiniz; artık ne hale, ne maziye, ne de atiye mensupsunuz. Yalnız unutmayınız ki, sizi bu mertebeye, bizim aşkımız, bizim hürmetimiz, bizim kıskançlığımız ıs'ad etti.(Kânunuevvel 1331/ 1915 Aralık − Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
İnternet de televizyon gibi görsel bir alan. Facebook yahut twitter’da birçok şeyi anlatmak, yaymak imkânı var... İstenilen her çeşit fotoğrafı da makaleyi de internet ortamında yayınlamak mümkün. Sapıkların cirit attığı, beyinsizleri daha bir beyinsizleştiren interneti müslümanlar olarak hayırlı istikamette kullanmak üzere azimli olmalıyız... Çağdaşların curcunasına yaygarasına aldırmayın, asıl burada YOLA DEVAM diyin. Millet sizden bu cesareti bekliyor. Düşmanlarınız ise “Kur’ân’ı kapatın, kadınları açın!” diyor...
Müslümanlar! Biz asla “maksat için her vasıta meşrudur” demiyoruz. Lakin eğer birileri sizden daha iyi anlatıyorsa onların bulunması ve kullanılması caizdir. Bakın Yakup Kadri (Allah taksiratını affeylesin) ne güzel yazmış çarçaf ve peçeyi. İslâm tesettür ve hicabını bundan güzel anlatan bir makale okudunuz mu?
KAYNAK: http://haberkalem.com/yazar/1947-onlar-sizden-guzel-anlatiyorsa.html
26 Şubat 2012 Pazar
19 Şubat 2012 Pazar
Başka göz İle MİT
Tüm istihbarat örgütleri karşı tarafa sızarlar. Bu sızmalarda o örgüt adına da çalışmak zorunda olabilirler. Bomba atarlar, Molotof atarlar, hatta kendi tarafı bile olsa öldürebilirler. Kısacası kendi askerini bile öldürebilirler.
Bu işin tabiatında var bu.
Mesela MİT pkk’ya sızdı. Onların elemanı gibi olmak zorunda. Örgüt dedi ki bu gün şurayı bombalayacağız. Mit görevlisi söyle mi diyecek.-yok ben gelmem ben mit görevlisiyim ben kendi vatandaşımı öldürmem mi? diyecek. O da gider Örgütle beraber. Olaya karışır. Ama kasten kendi adamını öldürmek için değil görevini ifa etmek için gider.
Savcının elinde çok güçlü delil varmış. Mit’le alakalı da o yüzden çağırmışmış, mit örgütle olaylara karışmış haklı gerekçeye bak. O yüzden sorgulanmalı imiş.
Yani MİT elemanları örgütlerle olaylara karışması zorunluluk gibi bir şey. Olayı daha önce bildirebilirse ki çok bildirileninler oldu biliyoruz. Eğer zorundalık yüzünden bildiremediyse o da eğitim zayiatı denir, askerlik yapanlar bilir bunu.
MİT, hakan fidan olayı ise bir komplodur. Olaya karışmış görevi gereği elemanları ifadesi alınacak diye çağrılıp tutuklu yargılanmak üzere hapse atılacak, hükümet yasa ile kurtaracak ve bu yasadan yararlanacak tüm tutuklu yargılananlar serbest kalacak. Bu hamleyi hükümet yemedi. MİT yasası ile aştı, ETÖ’den başka hamleler bekleyiniz. Rehin olarak Cübbli Ahmet Hoca Çok hafif geldi.hakan fidan'da...olmadı da.
Bu işin tabiatında var bu.
Mesela MİT pkk’ya sızdı. Onların elemanı gibi olmak zorunda. Örgüt dedi ki bu gün şurayı bombalayacağız. Mit görevlisi söyle mi diyecek.-yok ben gelmem ben mit görevlisiyim ben kendi vatandaşımı öldürmem mi? diyecek. O da gider Örgütle beraber. Olaya karışır. Ama kasten kendi adamını öldürmek için değil görevini ifa etmek için gider.
Savcının elinde çok güçlü delil varmış. Mit’le alakalı da o yüzden çağırmışmış, mit örgütle olaylara karışmış haklı gerekçeye bak. O yüzden sorgulanmalı imiş.
Yani MİT elemanları örgütlerle olaylara karışması zorunluluk gibi bir şey. Olayı daha önce bildirebilirse ki çok bildirileninler oldu biliyoruz. Eğer zorundalık yüzünden bildiremediyse o da eğitim zayiatı denir, askerlik yapanlar bilir bunu.
MİT, hakan fidan olayı ise bir komplodur. Olaya karışmış görevi gereği elemanları ifadesi alınacak diye çağrılıp tutuklu yargılanmak üzere hapse atılacak, hükümet yasa ile kurtaracak ve bu yasadan yararlanacak tüm tutuklu yargılananlar serbest kalacak. Bu hamleyi hükümet yemedi. MİT yasası ile aştı, ETÖ’den başka hamleler bekleyiniz. Rehin olarak Cübbli Ahmet Hoca Çok hafif geldi.hakan fidan'da...olmadı da.
17 Şubat 2012 Cuma
İlluminati - Karanlık Zihinli Aydınlanmışlar
Sevgililer gününde google arama motorunu kullananlar gördü ; günün anlam ve önemine! göre hazırlanan animasyonda 2 ilkokul çocuğu birbirlerine aşık olarak gösterilmişti.
O zaman iyice emin oldum ki İlluminati denilen zihinlerimizi kontrol etme amacında olan örgüt çocuklarımıza büyük zarar veriyor.
Birkaç sene öncesine kadar sadece komplo teorisi ve paranoyakça görülürken,özellikle bu sene artık örgüt internet üzerinden mesajlar yayınlamaya ve deşifre olmaya başladı.
Peki hep ismini duyduğumuz bu İlluminati örgütü nedir?
Latince kelime anlamı "Aydınlanmışlar"
Rönesans döneminde ortaya çıkan, 1776'da kurulmuş dünyanın en eski ve en tehlikeli yeraltı örgütü...
Şeytani güçler tanrısı-Işığın babası dedikleri şeytana tapıp,ibadet eden kendilerinin yarı tanrı statüsünde olduğuna inanan süper zengin 10 acımasız adam...
Fransa'da 3,Amerika'da 2,Kanada,Avusturya,İngiltere,İspanya ve Güney Afrika'da 1'er, kendilerin de doğa üstü güçler olduklarına inanan lider yöneticiler.
Sembolleri: Her şeyi gören bir göz,piramit ve piramit üzerindeki tepe taşı ile sembolize edilen ışık saçan tanrıları...
Amaç; Zihin kontrolü uygulayarak, hükümetleri,kuruluşları ele geçirerek Yeni Dünya Düzeni'ni sağlamak, dini inançları yok etmek, devletleri ve vatanseverliği sonlandırarak sosyal düzeni alt üst etmek...
Başkenti kudüs olması planlanan,kaos kaynaklı düzen ve yeni bir dünya hakimiyeti kurmak...
Çağların yeni düzeni, yeni dünya düzeni ve tek dünya devleti ...
Tüm özgürlükleri yeryüzünden silip kendi liderlerini dünyanın tahtına oturtmak...
Gerçek yaratıcının izlerini silmeye çalışıp çocuk kadın erkek hepimizi köleler haline getirebilmek...
İlluminatinin güç şebekesi dünyanın en ünlü sanatçıları,medya patronları,yatırımcıları,şirket başkanları ve siyasilerden oluşuyor.
Savaşlar,kaos,kıtlıklar,virüs kaynaklı hastalıklar,ekonomik kriz ve çöküşler "tanrıların meclisi" dedikleri gizli toplantılarında aldıkları acımasız kararlar...
Birlikte hareket ettikten bir süre sonra şeytani amaçlarına boyun eğmeyen ayrılmak isteyen insanları acımasızca cezalandırıyorlar.
Müslüman olup Mikail ismini aldığına inanılan (Şüphesiz Allah daha iyi bilir) ve sonrasında "Bu dünya toplu hipnozun kurbanı ve özgür olabilmemizin tek yolu televizyonumuzu kapatmak." diyen Michael Jackson'ın İlluminati örgütü tarafından öldürüldüğü artık bir sır olmaktan çıkıp dava iddianamelerine bile girdi.
Arkasından milyonları sürükleyen birinin müslüman olduğunu açıklaması ve sonra gençlerin İslamiyete koşacakları ihtimali idi onlara bunu yaptıran...
Başkan kennedy ve kardeşi,bir çok amerikalı zengin işadamı (bir kaçına kanser olmalarına sebebiyet verecek maddeler enjekte edildi), aniden ölen pop starlar hedefleri doğrultusunda ne kadar acımasız olduklarına sadece bir kaç örnek...
Pek çok reklamda,yiyecekler ürünlerinin ambalajlarında,filmlerde,video kliplerde İlluminati sembolleri var...
Cinsellikten bahseden şarkı sözleri ve cinsel içerikli klipler ile nefsi duygular ön plana çıkarılıp gençlerin şuuraltına zehirli mesajlar gönderilmekte.
Bu sinsi tuzağa düşen boşlukta olan bazı gençlerde sadece bu müzikleri dinlemekle yetinmeyip, zamanla onlar gibi giyinmeye ve düşünmeye başlayıp,isyankar,sorumsuz,bencil ve inançsız oluyorlar.
Birçok çizgi filmde bilinç altı mesajlarıyla evladlarımızın beyinlerini yıkamaya çalışılıyor. (33.derece mason olan Disney yapımları gibi)
Televizyon gibi internet, sosyal medya ve sosyal paylaşım siteleri de tamamen onların kontrolünde...
Defalarca gördük ki twitterda İslam adına yazdıklarımız sözler, TT listesinde görmek istediklerimiz saatlerce de yazsak suya yazılan yazı misali kayboluyor. Yok sayıyorlar...
Fakat küfür veya İslâm'a hakaret niteliğinde olanlar çok kısa bir sürede listede...
Bu düşünce size paranoya gibi gelmesin zira kısa bir süre önce (özellikle ortadoğudan) yazdığımız bütün tweetlerin CIA'nin kontolünde olduğu ve (belki şüphelilerin) Obama'nın önüne gittiği açıklandı...
Türkiye ekonomik,külterel,askeri gücü,coğrafi ve jeopolitik konumu ile dikkat çeken bir ülke.
Bu karanlık niyetliler için türkiye çok önemli bir ülke ve zaferleri için sinsi komplolar,terörle ve ekonomik yıkımlarla mutlaka fethedilmesi gerektiğine inanıyorlar.
Bu örgütün inandığı ve büyük bir titizlikle uyguladığı 9 kuralı okuyunca birden her şey netleşiyor;
1-Radyo,televizyon,gazete,sinema,dergi ve kitaplar üzerindeki kontrolünüzü arttırınız.
2-Hukuk,tıp,kimya ve buna benzer bütün tahsillerden Yahudi olmayanları özellikle müslümanları uzak tutunuz.Bilhassa yahudileri bu şubelerde okumaya teşvik ediniz.
3-Gayri yahudilerin mektep ve kolejlerini ihtilal merkezi haline getiriniz
4-Yahudi olmayan milletlerin peygamberlerini gülünç şekle sokup onları rezil edecek mevzuları icat edip,yahudi olmayanlar arasında tefrka ve nifak çıkarınız.
5-Yahudi olmayanların dini müesseselerini zayıflatıp bizlere karşı da kardeşlik hislerini telkin ediniz.
6-Bizden olmayanların kadın ve çocuklarının ahlakını ifsat ediniz.
7-Değişik insanlar arasında nifak ve mücadele tohumları ekiniz.Irkları birbirine düşman kılınız.
8-Politikacıları satın alıp,hükümetleri çürütünüz.
9-Memleketlere girme imkanını ve kanunlarını kolaylaştırınız.
Bu şeytani insanların bilmediği şu ki; "Onlar tuzak kurarken Allah da tuzak kuruyordu. Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır." (Enfâl Sûresi / 30. âyet) "Onlar ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Halbuki kâfirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır." (Saff Sûresi / 8. âyet) Ve bu âyetin bir şerhi mesabesindeki şu sözü de kaydedelim: "Allah’ın yaktığı çerağı nefesleriyle söndürmek isteyenler, ancak sakallarının tutuşmasıyla kalırlar" (Abdülhakim Arvasi)
Allah bu şeytani sömürü tuzağında kendimizi ve evladlarımızı korumamızda yardımcımız olsun. Allah'ım inanan insanlar aleyhine sürekli komplolar kuran o kimselerin düşmanlık hislerini kalplerinden söküp at. Bu haddini bilmez şeytana tapanlar salah yolunu seçmezler, fitne ve fesatlarına devam ederlerse, Sen onların ellerini, kollarını bağla...
EBRU KARALAR 17/02/2012
kaynak:http://www.haberkalem.com/yazar/1920-illuminati-karanlik-zihinli-aydinlanmislar.html
O zaman iyice emin oldum ki İlluminati denilen zihinlerimizi kontrol etme amacında olan örgüt çocuklarımıza büyük zarar veriyor.
Birkaç sene öncesine kadar sadece komplo teorisi ve paranoyakça görülürken,özellikle bu sene artık örgüt internet üzerinden mesajlar yayınlamaya ve deşifre olmaya başladı.
Peki hep ismini duyduğumuz bu İlluminati örgütü nedir?
Latince kelime anlamı "Aydınlanmışlar"
Rönesans döneminde ortaya çıkan, 1776'da kurulmuş dünyanın en eski ve en tehlikeli yeraltı örgütü...
Şeytani güçler tanrısı-Işığın babası dedikleri şeytana tapıp,ibadet eden kendilerinin yarı tanrı statüsünde olduğuna inanan süper zengin 10 acımasız adam...
Fransa'da 3,Amerika'da 2,Kanada,Avusturya,İngiltere,İspanya ve Güney Afrika'da 1'er, kendilerin de doğa üstü güçler olduklarına inanan lider yöneticiler.
Sembolleri: Her şeyi gören bir göz,piramit ve piramit üzerindeki tepe taşı ile sembolize edilen ışık saçan tanrıları...
Amaç; Zihin kontrolü uygulayarak, hükümetleri,kuruluşları ele geçirerek Yeni Dünya Düzeni'ni sağlamak, dini inançları yok etmek, devletleri ve vatanseverliği sonlandırarak sosyal düzeni alt üst etmek...
Başkenti kudüs olması planlanan,kaos kaynaklı düzen ve yeni bir dünya hakimiyeti kurmak...
Çağların yeni düzeni, yeni dünya düzeni ve tek dünya devleti ...
Tüm özgürlükleri yeryüzünden silip kendi liderlerini dünyanın tahtına oturtmak...
Gerçek yaratıcının izlerini silmeye çalışıp çocuk kadın erkek hepimizi köleler haline getirebilmek...
İlluminatinin güç şebekesi dünyanın en ünlü sanatçıları,medya patronları,yatırımcıları,şirket başkanları ve siyasilerden oluşuyor.
Savaşlar,kaos,kıtlıklar,virüs kaynaklı hastalıklar,ekonomik kriz ve çöküşler "tanrıların meclisi" dedikleri gizli toplantılarında aldıkları acımasız kararlar...
Birlikte hareket ettikten bir süre sonra şeytani amaçlarına boyun eğmeyen ayrılmak isteyen insanları acımasızca cezalandırıyorlar.
Müslüman olup Mikail ismini aldığına inanılan (Şüphesiz Allah daha iyi bilir) ve sonrasında "Bu dünya toplu hipnozun kurbanı ve özgür olabilmemizin tek yolu televizyonumuzu kapatmak." diyen Michael Jackson'ın İlluminati örgütü tarafından öldürüldüğü artık bir sır olmaktan çıkıp dava iddianamelerine bile girdi.
Arkasından milyonları sürükleyen birinin müslüman olduğunu açıklaması ve sonra gençlerin İslamiyete koşacakları ihtimali idi onlara bunu yaptıran...
Başkan kennedy ve kardeşi,bir çok amerikalı zengin işadamı (bir kaçına kanser olmalarına sebebiyet verecek maddeler enjekte edildi), aniden ölen pop starlar hedefleri doğrultusunda ne kadar acımasız olduklarına sadece bir kaç örnek...
Pek çok reklamda,yiyecekler ürünlerinin ambalajlarında,filmlerde,video kliplerde İlluminati sembolleri var...
Cinsellikten bahseden şarkı sözleri ve cinsel içerikli klipler ile nefsi duygular ön plana çıkarılıp gençlerin şuuraltına zehirli mesajlar gönderilmekte.
Bu sinsi tuzağa düşen boşlukta olan bazı gençlerde sadece bu müzikleri dinlemekle yetinmeyip, zamanla onlar gibi giyinmeye ve düşünmeye başlayıp,isyankar,sorumsuz,bencil ve inançsız oluyorlar.
Birçok çizgi filmde bilinç altı mesajlarıyla evladlarımızın beyinlerini yıkamaya çalışılıyor. (33.derece mason olan Disney yapımları gibi)
Televizyon gibi internet, sosyal medya ve sosyal paylaşım siteleri de tamamen onların kontrolünde...
Defalarca gördük ki twitterda İslam adına yazdıklarımız sözler, TT listesinde görmek istediklerimiz saatlerce de yazsak suya yazılan yazı misali kayboluyor. Yok sayıyorlar...
Fakat küfür veya İslâm'a hakaret niteliğinde olanlar çok kısa bir sürede listede...
Bu düşünce size paranoya gibi gelmesin zira kısa bir süre önce (özellikle ortadoğudan) yazdığımız bütün tweetlerin CIA'nin kontolünde olduğu ve (belki şüphelilerin) Obama'nın önüne gittiği açıklandı...
Türkiye ekonomik,külterel,askeri gücü,coğrafi ve jeopolitik konumu ile dikkat çeken bir ülke.
Bu karanlık niyetliler için türkiye çok önemli bir ülke ve zaferleri için sinsi komplolar,terörle ve ekonomik yıkımlarla mutlaka fethedilmesi gerektiğine inanıyorlar.
Bu örgütün inandığı ve büyük bir titizlikle uyguladığı 9 kuralı okuyunca birden her şey netleşiyor;
1-Radyo,televizyon,gazete,sinema,dergi ve kitaplar üzerindeki kontrolünüzü arttırınız.
2-Hukuk,tıp,kimya ve buna benzer bütün tahsillerden Yahudi olmayanları özellikle müslümanları uzak tutunuz.Bilhassa yahudileri bu şubelerde okumaya teşvik ediniz.
3-Gayri yahudilerin mektep ve kolejlerini ihtilal merkezi haline getiriniz
4-Yahudi olmayan milletlerin peygamberlerini gülünç şekle sokup onları rezil edecek mevzuları icat edip,yahudi olmayanlar arasında tefrka ve nifak çıkarınız.
5-Yahudi olmayanların dini müesseselerini zayıflatıp bizlere karşı da kardeşlik hislerini telkin ediniz.
6-Bizden olmayanların kadın ve çocuklarının ahlakını ifsat ediniz.
7-Değişik insanlar arasında nifak ve mücadele tohumları ekiniz.Irkları birbirine düşman kılınız.
8-Politikacıları satın alıp,hükümetleri çürütünüz.
9-Memleketlere girme imkanını ve kanunlarını kolaylaştırınız.
Bu şeytani insanların bilmediği şu ki; "Onlar tuzak kurarken Allah da tuzak kuruyordu. Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır." (Enfâl Sûresi / 30. âyet) "Onlar ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Halbuki kâfirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır." (Saff Sûresi / 8. âyet) Ve bu âyetin bir şerhi mesabesindeki şu sözü de kaydedelim: "Allah’ın yaktığı çerağı nefesleriyle söndürmek isteyenler, ancak sakallarının tutuşmasıyla kalırlar" (Abdülhakim Arvasi)
Allah bu şeytani sömürü tuzağında kendimizi ve evladlarımızı korumamızda yardımcımız olsun. Allah'ım inanan insanlar aleyhine sürekli komplolar kuran o kimselerin düşmanlık hislerini kalplerinden söküp at. Bu haddini bilmez şeytana tapanlar salah yolunu seçmezler, fitne ve fesatlarına devam ederlerse, Sen onların ellerini, kollarını bağla...
EBRU KARALAR 17/02/2012
kaynak:http://www.haberkalem.com/yazar/1920-illuminati-karanlik-zihinli-aydinlanmislar.html
16 Şubat 2012 Perşembe
Müslüman astronutun uzaydaki namazı
16.02.2012 - 08:00
Uzaya giden Müslüman astronot Dr. Sheikh Muszaphar Shukori, uzayda nasıl namaz kıldığını anlattı.
Türksat'ın davetlisi olarak Türkiye'ye gelen ve Ankara JW Marriot Otel'de "Uzayda 11 Gün" konulu konferans veren Dr. Shukori, yaşadığı tecrübeleri dinleyicilerle paylaştı. 10 yaşından beri uzaya büyük bir ilgi duyduğunu belirten Malezyalı astronot, sürekli uzaya gitmenin hayalini kurduğunu, bu hayalini 35 yaşında gerçekleştirdiğini söyledi.
Shukori, 2006'da "Ankgasawan" adlı uzay uçuşu programına katıldığını belirterek, 11 bin 435 kişi arasından Rusya'da eğitim almaya hak kazandığını, 18 aylık bir eğitimden sonra uzay mürettebatına katıldığını aktardı. 10 Ekim 2007'de uzaya çıkarak, uzaya çıkan 9. Müslüman astronot olduğunu dile getirdi.
Dr. Shukori, uzayda namaz kılarken çekilmiş görüntüleri kendisini dinlemeye gelenlerle paylaştı. Uzayda her 45 dakikada güneşin doğup battığını söyleyen Dr. Shukori, "Ulemadan fetva aldık. Bize, uzaya çıktığımız yerin vakitlerini esas almamızı söylediler." dedi. Kıble olarak Mekke'yi tam belirleyemedikleri için dünyaya yöneldiklerini anlatan Malezyalı astronot, uzaya çıktıktan sonra Kur'an'ı daha da sık okumaya başladığını söyledi. "Ruhani olarak kendimi uzayda Allah'a daha yakın hissettim." diyerek, uzayda Allah'ın bir mucizesine de şahit olduğunu aktaran Müslüman astronot, uzayda ezan sesini duyduğunu söyledi. Dr. Shukori, ezan senini duyması ile ilgili "Bu Allah'ın yüceliği." dedi.
Dr. Shukori, uzayda yer çekimi olmadığı için insanların boylarının 10 cm'e kadar uzadığını belirtti, ayrıca, kişilerin uzayda daha hızlı yaşlandıklarını anlattı. "Hiç duş alma ihtiyacı hissetmedim. Çünkü terlemiyor ve kokmuyordum." diyen Dr. Shukori, uzayda kokunun da olmadığını dile getirdi.
Uzayda bakteri ve kanserojen maddelerin olmadığını ifade eden Dr. Shukori, gelecekte kanserin çözümünün uzayda bulunacağını, kendisinin de bu yönde bir çalışması olduğunu belirtti. Uzayda yer çekimi olmadığından, sırt ve bel ağrısı yaşadıklarını ve uyumakta zorluk çektiklerini anlatan Dr. Shukori, "Uyumak için kendinizi bir yere sıkıştırmak zorundasınız." dedi.
(CİHAN)
Uzaya giden Müslüman astronot Dr. Sheikh Muszaphar Shukori, uzayda nasıl namaz kıldığını anlattı.
Türksat'ın davetlisi olarak Türkiye'ye gelen ve Ankara JW Marriot Otel'de "Uzayda 11 Gün" konulu konferans veren Dr. Shukori, yaşadığı tecrübeleri dinleyicilerle paylaştı. 10 yaşından beri uzaya büyük bir ilgi duyduğunu belirten Malezyalı astronot, sürekli uzaya gitmenin hayalini kurduğunu, bu hayalini 35 yaşında gerçekleştirdiğini söyledi.
Shukori, 2006'da "Ankgasawan" adlı uzay uçuşu programına katıldığını belirterek, 11 bin 435 kişi arasından Rusya'da eğitim almaya hak kazandığını, 18 aylık bir eğitimden sonra uzay mürettebatına katıldığını aktardı. 10 Ekim 2007'de uzaya çıkarak, uzaya çıkan 9. Müslüman astronot olduğunu dile getirdi.
Dr. Shukori, uzayda namaz kılarken çekilmiş görüntüleri kendisini dinlemeye gelenlerle paylaştı. Uzayda her 45 dakikada güneşin doğup battığını söyleyen Dr. Shukori, "Ulemadan fetva aldık. Bize, uzaya çıktığımız yerin vakitlerini esas almamızı söylediler." dedi. Kıble olarak Mekke'yi tam belirleyemedikleri için dünyaya yöneldiklerini anlatan Malezyalı astronot, uzaya çıktıktan sonra Kur'an'ı daha da sık okumaya başladığını söyledi. "Ruhani olarak kendimi uzayda Allah'a daha yakın hissettim." diyerek, uzayda Allah'ın bir mucizesine de şahit olduğunu aktaran Müslüman astronot, uzayda ezan sesini duyduğunu söyledi. Dr. Shukori, ezan senini duyması ile ilgili "Bu Allah'ın yüceliği." dedi.
Dr. Shukori, uzayda yer çekimi olmadığı için insanların boylarının 10 cm'e kadar uzadığını belirtti, ayrıca, kişilerin uzayda daha hızlı yaşlandıklarını anlattı. "Hiç duş alma ihtiyacı hissetmedim. Çünkü terlemiyor ve kokmuyordum." diyen Dr. Shukori, uzayda kokunun da olmadığını dile getirdi.
Uzayda bakteri ve kanserojen maddelerin olmadığını ifade eden Dr. Shukori, gelecekte kanserin çözümünün uzayda bulunacağını, kendisinin de bu yönde bir çalışması olduğunu belirtti. Uzayda yer çekimi olmadığından, sırt ve bel ağrısı yaşadıklarını ve uyumakta zorluk çektiklerini anlatan Dr. Shukori, "Uyumak için kendinizi bir yere sıkıştırmak zorundasınız." dedi.
(CİHAN)
14 Şubat 2012 Salı
"KES ULAN"kime dedi:Başbakan Recep Tayyip Erdoğan.
Hükümete, Başbakan'a yakınlığıyla bilinen ve genellikle 'içeriden' yazılar kaleme alan Yeni Şafak gazetesi yazarı Abdülkadir Selvi, Erdoğan'ın azarladığı Paşa'ları yazdı.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın en sert çıktığı isimlerden birisi ise dönemin Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur. Selvi, o anları şu satırlarla anlattı: 'MGK toplantısında Şener Eruygur, hükümeti hedef almış ağır ithamlarda bulunuyordu. Başbakan Erdoğan uyarmasına rağmen konuşmasını sürdüren Eruygur'a, "Kes ulan" diye gürlemek durumunda kalmıştı.'
İşte Selvi'nin yazısından öne çıkan o satırlar..
İngilizce konuşmak için kursa gitmek şart değil. Nasıl mı? TIKLAYIN !
ŞÛRÂLARDA NELER YAŞANDI
İlk şûrâ toplantısına Başbakan sıfatıyla Abdullah Gül katılmıştı. MGK Genel Sekreteri Tuncer Kılıç, Başbakan'a dönerek, "Yerinde olsam karının örtüsünü çıkarırım" demiş, "Haddini bil" diye uyarılıp, azarı yemişti.
Başbakan Erdoğan'ın katılacağı YAŞ toplantısı öncesinde Genelkurmay'da hazırlık toplantısı yapılıyordu.
Hava Kuvvetleri Komutanı, İbrahim Fırtına, "Parlamento Cumhurbaşkanı tarafından feshedilmelidir. Yeniden anayasa yapılmalı ve bu anayasaya kendini koruyacak her türlü imkan konulmalıdır. Bu hükümetle olmaz" diye konuşuyor.
ÖZKÖK: MUHTIRA VERMEYE NİYETİM YOK
Fırtına'nın ardından söz alan diğer paşalar da, benzer konuşmalar yapınca, Genelkurmay Başkanı Özkök, "Muhtıra vermeye niyetim yok" demek zorunda kalmıştı.
Çünkü paşaların konuştuğu metin, "Sarıkız" darbe planıydı. Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman'a göre, darbe planlarını hazırlayan, "Jandarma Genel Komutanı daima bir ihtilal özlemi içerisinde" ydi.
Sadece Jandarma komutanı mı dediğinizi duyar gibiyim.
Peki o günlerden buraya nasıl gelindi.
ŞENER ERUYGUR'A: KES ULAN
Başbakan Erdoğan'ın katıldığı ilk MGK toplantılarından biriydi. Cumhurbaşkanı Sezer'in başkanlığında yapılan MGK toplantısında Şener Eruygur, hükümeti hedef almış ağır ithamlarda bulunuyordu. Başbakan Erdoğan uyarmasına rağmen konuşmasını sürdüren Eruygur'a, "Kes ulan" diye gürlemek durumunda kalmıştı.
2006 yılı Yüksek Askeri Şûrâ toplantısından da kamuoyuyla ilk kez paylaşacağım bir anekdotu aktarmak istiyorum.
"Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Faruk Cömert Milli Eğitim Bakanlığı'ndaki irticai faaliyetler konusunu gündeme getiriyor. Başbakan dinlerken tek tek not alıyor.
BUNLAR HAVA KUVVETLERİ'NİN GÖREVİ DEĞİL
Konuşma bitince, gergin bir havada, "Bunlar Hava Kuvvetleri'nin görevi değil" diyor. Buz gibi bir hava esiyor. "Ama aynı zamanda söyledikleriniz de doğru değil. Göreviniz olmamasına rağmen yine de tek tek cevap vereceğim" diye konuşuyor. Cömert'in gündeme getirdiği iddiaları çürütüyor.
Başbakan'ın bu çıkışı üzerine kimse söz alamıyor.
BEN KONUYU AÇACAKTIM DİĞER KOMUTANLAR DA DALACAKTI
Şûrâ toplantısından sonra Faruk Cömert, aracına bindikten sonra, "Ben konuyu açacaktım, diğer komutanlar da dalacaktı. Ama hepsi beni sattı" diye hayıflanıyor.
Son bir not da, Dolmabahçe'den. Büyükanıt'tan değil, Koşaner'den.
Balyoz Darbe Planı soruşturması kapsamında aralarında generallerin de bulunduğu 102 TSK mensubu hakkında tutuklama kararı çıkınca Harbiye Orduevi'nde ailelerle görüşen Koşaner Paşa o hızla soluğu Başbakan'ın Dolmabahçe'deki ofisinde almıştı.
KOŞANER'E: OTUR OTURDUĞUN YERDE
Konuşmanın bir yerinde Koşaner Paşa sesini yükseltip, bilinen üslupla konuşmaya başlayınca Başbakan, "Otur oturduğun yerde, ne yapacaksın?" diye çıkışmıştı.
Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanının bir gecede istifa etmesine rağmen, 5.5 saat içerisinde atama yapıp Yüksek Askeri Şûrâ toplantısına tek başına başkanlık eden bir Başbakan Recep Tayyip Erdoğan.
İstiklal Mahkemeleri, Yassıdalar ve darbelerle kurulan askeri vesayeti geriletmede en büyük pay ona ait. Onun güçlü liderliği olmasa bu mesafe alınamazdı.
Ama millet de onun bu mücadelesini taçlandırdı.
MİT yöneticilerine ifade kriziyle başlayan süreci Başbakan'ın iradesini sorgulama gibi bir noktaya çekmek isteyenlere, Erdoğan'ın kim olduğunu ve Türkiye'nin buraya nerelerden geldiğini hatırlatmak istedim.
Demokratikleşme adına alacağımız daha çok mesafe, aşmamız gereken bir yığın engel varken, birbirimizi yemenin anlamı ne?
http://www.ensonhaber.com/abdulkadir-selvi-yazdi-erdoganin-azarladigi-pasalar-2012-02-14.html
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın en sert çıktığı isimlerden birisi ise dönemin Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur. Selvi, o anları şu satırlarla anlattı: 'MGK toplantısında Şener Eruygur, hükümeti hedef almış ağır ithamlarda bulunuyordu. Başbakan Erdoğan uyarmasına rağmen konuşmasını sürdüren Eruygur'a, "Kes ulan" diye gürlemek durumunda kalmıştı.'
İşte Selvi'nin yazısından öne çıkan o satırlar..
İngilizce konuşmak için kursa gitmek şart değil. Nasıl mı? TIKLAYIN !
ŞÛRÂLARDA NELER YAŞANDI
İlk şûrâ toplantısına Başbakan sıfatıyla Abdullah Gül katılmıştı. MGK Genel Sekreteri Tuncer Kılıç, Başbakan'a dönerek, "Yerinde olsam karının örtüsünü çıkarırım" demiş, "Haddini bil" diye uyarılıp, azarı yemişti.
Başbakan Erdoğan'ın katılacağı YAŞ toplantısı öncesinde Genelkurmay'da hazırlık toplantısı yapılıyordu.
Hava Kuvvetleri Komutanı, İbrahim Fırtına, "Parlamento Cumhurbaşkanı tarafından feshedilmelidir. Yeniden anayasa yapılmalı ve bu anayasaya kendini koruyacak her türlü imkan konulmalıdır. Bu hükümetle olmaz" diye konuşuyor.
ÖZKÖK: MUHTIRA VERMEYE NİYETİM YOK
Fırtına'nın ardından söz alan diğer paşalar da, benzer konuşmalar yapınca, Genelkurmay Başkanı Özkök, "Muhtıra vermeye niyetim yok" demek zorunda kalmıştı.
Çünkü paşaların konuştuğu metin, "Sarıkız" darbe planıydı. Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman'a göre, darbe planlarını hazırlayan, "Jandarma Genel Komutanı daima bir ihtilal özlemi içerisinde" ydi.
Sadece Jandarma komutanı mı dediğinizi duyar gibiyim.
Peki o günlerden buraya nasıl gelindi.
ŞENER ERUYGUR'A: KES ULAN
Başbakan Erdoğan'ın katıldığı ilk MGK toplantılarından biriydi. Cumhurbaşkanı Sezer'in başkanlığında yapılan MGK toplantısında Şener Eruygur, hükümeti hedef almış ağır ithamlarda bulunuyordu. Başbakan Erdoğan uyarmasına rağmen konuşmasını sürdüren Eruygur'a, "Kes ulan" diye gürlemek durumunda kalmıştı.
2006 yılı Yüksek Askeri Şûrâ toplantısından da kamuoyuyla ilk kez paylaşacağım bir anekdotu aktarmak istiyorum.
"Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Faruk Cömert Milli Eğitim Bakanlığı'ndaki irticai faaliyetler konusunu gündeme getiriyor. Başbakan dinlerken tek tek not alıyor.
BUNLAR HAVA KUVVETLERİ'NİN GÖREVİ DEĞİL
Konuşma bitince, gergin bir havada, "Bunlar Hava Kuvvetleri'nin görevi değil" diyor. Buz gibi bir hava esiyor. "Ama aynı zamanda söyledikleriniz de doğru değil. Göreviniz olmamasına rağmen yine de tek tek cevap vereceğim" diye konuşuyor. Cömert'in gündeme getirdiği iddiaları çürütüyor.
Başbakan'ın bu çıkışı üzerine kimse söz alamıyor.
BEN KONUYU AÇACAKTIM DİĞER KOMUTANLAR DA DALACAKTI
Şûrâ toplantısından sonra Faruk Cömert, aracına bindikten sonra, "Ben konuyu açacaktım, diğer komutanlar da dalacaktı. Ama hepsi beni sattı" diye hayıflanıyor.
Son bir not da, Dolmabahçe'den. Büyükanıt'tan değil, Koşaner'den.
Balyoz Darbe Planı soruşturması kapsamında aralarında generallerin de bulunduğu 102 TSK mensubu hakkında tutuklama kararı çıkınca Harbiye Orduevi'nde ailelerle görüşen Koşaner Paşa o hızla soluğu Başbakan'ın Dolmabahçe'deki ofisinde almıştı.
KOŞANER'E: OTUR OTURDUĞUN YERDE
Konuşmanın bir yerinde Koşaner Paşa sesini yükseltip, bilinen üslupla konuşmaya başlayınca Başbakan, "Otur oturduğun yerde, ne yapacaksın?" diye çıkışmıştı.
Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanının bir gecede istifa etmesine rağmen, 5.5 saat içerisinde atama yapıp Yüksek Askeri Şûrâ toplantısına tek başına başkanlık eden bir Başbakan Recep Tayyip Erdoğan.
İstiklal Mahkemeleri, Yassıdalar ve darbelerle kurulan askeri vesayeti geriletmede en büyük pay ona ait. Onun güçlü liderliği olmasa bu mesafe alınamazdı.
Ama millet de onun bu mücadelesini taçlandırdı.
MİT yöneticilerine ifade kriziyle başlayan süreci Başbakan'ın iradesini sorgulama gibi bir noktaya çekmek isteyenlere, Erdoğan'ın kim olduğunu ve Türkiye'nin buraya nerelerden geldiğini hatırlatmak istedim.
Demokratikleşme adına alacağımız daha çok mesafe, aşmamız gereken bir yığın engel varken, birbirimizi yemenin anlamı ne?
http://www.ensonhaber.com/abdulkadir-selvi-yazdi-erdoganin-azarladigi-pasalar-2012-02-14.html
12 Şubat 2012 Pazar
İMAN:Öbürkü dünyadaki (AHİRET’DEKİ) yerini bilmek çok kolay.
Ameli bozuk; arındıktan sonra cennete, itikadı>(imanı) bozuk; cehennemde arınamaz. o kimseler cehennemliktirler onlar orada devamlı kalırlar. Bakara 2/81 ile Bakara 2/82
İtikat(iman)-Amel ve cennet-cehennem iki ayette özetlenmiştir. Herkes yerini bulabilir. . Bakara 2/81 ile Bakara 2/82
(Muhammed [aleyhisselam], Allah’ın Resulü ve nebilerin sonuncusudur.) [Ahzab 40]
Hayır! Kim bir kötülük eder de kötülüğü kendisini çepeçevre kuşatırsa işte o kimseler cehennemliktirler onlar orada devamlı kalırlar. Bakara 2/81
İman edip yararlı iş yapanlara gelince onlarda cennetliktirler. Onlar orada devamlı kalırlar. Bakara 2/82.
(Allah’a ve ümmi nebi olan Resulüne iman edin!) [Araf 158].
Bu ayetle tüm eski dinlerin geçerliliği yoktur. İman edin (Araf,158) buyuruyor. İmansızlar” o kimseler cehennemliktirler onlar orada devamlı kalırlar. Bakara 2/81
İman ne demek kesinlikle okunmalı, ben Müslüman'ım demekle olmaz. İman nedir öğren yerini bulursun.
Sual: İman nedir?
CEVAP
İman, bildirilen altı esasa inanmak ve Allahü teâlâ tarafından bildirilen, Muhammed aleyhisselamın Allahü teâlâ tarafından getirdiği emir ve yasakların hepsine inanmak ve inandığını dil ile söylemek demektir.
Amentü şöyledir:
Âmentü billahi ve melaiketihi ve kütübihi ve rüsülihi vel yevmil ahiri ve bilkaderi hayrihi ve şerrihi minallahi teâlâ vel ba'sü ba'del mevti hakkun. Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resülühü.
[Yani, Allah’a, meleklerine, gönderdiği kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna, öldükten sonra dirilmeye inanıyorum. Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed aleyhisselamın da Allah’ın kulu ve son Peygamberi olduğuna şehadet ediyorum.]
İman, Muhammed aleyhisselamın, Peygamber olarak bildirdiği dini, akla, tecrübeye ve felsefeye uygun olup olmadığına bakmadan tasdik etmek yani kabul edip, beğenip, inanmaktır. Akla uygun olduğu için tasdik etmek, aklı tasdik etmek olur, Resulü tasdik etmek olmaz. Yahut Resulü ve aklı birlikte tasdik etmek olur ki, o zaman Peygambere itimat tam olmaz. Tam olmayınca, iman olmaz. Allahü teâlâ, (Onlar gayba [görmedikleri halde Resulümün bildirdiği her şeye] iman ederler) buyuruyor. (Bekara 3) Resulü de, (Dini [hükümleri, dinde bildirilenleri] aklı ile ölçenden daha zararlısı yoktur) buyurdu. (Taberani)
Nazara yani göz değmesine inanmayan bir kimse, (Bugün fen, gözle görülemeyen şuaların iş yaptığını açıklıyor. Mesela bir kumanda ile TV’yi, radyoyu veya arabamızı açıp kapatabiliyoruz. Bunun için gözlerden çıkan şuanın zarar verebileceğine artık inanıyorum) dese bunun kıymeti olmaz. Çünkü bu insan dine değil, kumandadan çıkan şuaya inanıyor. Yahut şua ile birlikte Peygambere inanıyor. Yani fen kabul ettiği için, şuaların etkisini gözü ile gördüğü için inanıyor ki bu iman olmaz. Dinde bildirilen her şeyi, fen ispat edemese de, fayda veya zararını gözü ile görmese de, yine inanmak lazımdır. Hakiki iman gayba inanmaktır yani görmeden inanmaktır. Gördükten sonra artık o iman olmaz. Gördüğünü itiraf etmek olur. Bekara suresinin 3. âyetinde, gayba inanmak, görmeden inanmak övülüyor. İmanın altı şartı da gayba inanmayı gerektirmektedir. Çünkü hiç birisini görmüş değiliz.
Peygamber efendimiz, aşağıda bildirilen iman ile ilgili âyetleri açıklayarak imanı şöyle tarif etti:
(İman; Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe, [yani Kıyamete, Cennete, Cehenneme, hesaba, mizana], kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna, ölüme, öldükten sonra dirilmeye, inanmaktır. Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim Onun kulu ve resulü olduğuma şehadet etmektir.) [Buhari, Müslim, Nesai]
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Asıl iyilik; Allah’a, ahirete, meleklere, kitaplara, nebilere inanmaktır.) [Bekara 177]
(Onlar gayba [Allah'a, meleklere, kıyamete, cennete, cehenneme görmedikleri halde] inanırlar.) [Bekara 3]
(Onlar, sana indirilene, senden önceki kitaplara ve ahirete iman ederler.) [Bekara 4]
Bu üç âyette, Allah’a, ahirete, meleklere, kitaplara, peygamberlere ve gayba inanmak bildiriliyor.
(Allah, onların işlediklerini ve işleyeceklerini bilir.) [Bekara 255]
(Ölümü Allah’ın iznine bağlı olmayan hiç kimse yoktur.) [Al-i İmran 145]
(Ölüm zamanını takdir eden ancak Allah’tır.) [Enam 2]
Bu üç âyet, takdirin Allah tarafından olduğunu bildirmekte, kadere iman etmeyi göstermektedir.
(Kendilerine bir iyilik dokununca, "Bu Allah’tan" derler; başlarına bir kötülük gelince de "Bu senin yüzünden" derler. “Küllün min indillah” [Hepsi Allah’tandır] de, bunlara ne oluyor ki bir türlü laf anlamıyorlar.) [Nisa 78]
Bu âyet, hayır ve şerrin Allah’tan olduğunu bildirmektedir.
(Muhammed [aleyhisselam], Allah’ın Resulü ve nebilerin sonuncusudur.) [Ahzab 40]
Bu âyet de, Resulullahın peygamber olduğunu bildirmektedir.
Amentü’nün manası
Allah’a inanmak:
Allahü teâlânın varlığına, birliğine, Ondan başka ilah olmadığına, her şeyi yoktan yarattığına, Ondan başka yaratıcı olmadığına kalben inanmak, kabul etmek demektir. Âlemlere rahmet olarak gönderdiği son Peygamberi Muhammed aleyhisselam vasıtasıyla bildirdiği dinin hepsini kabul etmek, beğenmek demektir. Bir âyet-i kerime meali:
(Allah’a ve ümmi nebi olan Resulüne iman edin!) [Araf 158]
Meleklere inanmak:
Melekler nurani cisimlerdir. Hiçbirinde erkeklik dişilik yoktur. Hepsinin günahsız, emin olduğunu kabul etmek, tasdik etmek, yaptıkları işleri beğenmek şarttır. Bir âyet-i kerime meali:
(Asıl iyilik; Allah’a, ahirete, meleklere, kitaplara, nebilere inanmaktır.) [Bekara 177]
Kitaplara inanmak:
Zebur, Tevrat, İncil, Kur’an ve diğer kitapların Allahü teâlâ tarafından gönderildiğine, hepsinin hak olduğuna inanmak lazımdır. Ancak, Kur’an-ı kerimden önceki kitapların insanlar tarafından değiştirildiğini, Allah kelamı olmaktan çıktıklarını bilmek, bunu kabul ve tasdik etmek demektir. Önceki kitapların hiç birisi değişmemiş bile olsa, Allahü teâlâ tarafından nesh edildiğine yani yürürlükten kaldırıldığına iman etmek gerekir. Bir âyet-i kerime meali:
(Onlar, sana indirilene [Kur’an-ı kerime], senden önceki indirilen kitaplara iman ederler.) [Bekara 4]
Peygamberlere inanmak:
Peygamberlerin hepsinin Allahü teâlâ tarafından seçilmiş olup, sadık, doğru sözlü, günahtan masum olduklarını kabul ile tasdik etmek demektir. Onlardan birini bile kabul etmeyen, beğenmeyen kimse, kâfir olur. Peygamberlerin ilkinin Âdem aleyhisselam ve sonuncusunun, Muhammed aleyhisselam olduğuna iman etmek, kabul ve tasdik etmek demektir. Peygamber efendimizin bildirdiği dini hükümlerin hepsini, en güzel şekilde ve eksiksiz tebliğ ettiğine inanmak, bu emir ve yasakların hepsini kabul edip, hepsini beğenmek demektir. Bir âyet-i kerime meali:
(Bütün Peygamberlere iman edip, hiçbirini diğerinden ayırmayanlar Allah’ın mükafatına kavuşacaktır.) [Nisa 152]
Kaza ve kadere inanmak:
Allahü teâlânın insanlara cüzi irade verdiğini, insanların bu cüzi iradeye göre tercih ettikleri ve yaptıkları her şeyi Allahü teâlânın yarattığına iman etmek demektir. Hayır ve şer, her şeyi kulların talep ettiklerini, Allah’ın da bunu dilediği takdirde yarattığını bilmek, bunu kabul ile tasdik etmek ve beğenmek demektir. Bir âyet-i kerime meali:
(Allah’ın emri mutlaka yerine gelecek, yazılmış bir kaderdir.) [Ahzab 38]
Ahirete inanmak:
İnsanların kıyamet kopunca, dirileceklerine, hesap ve mizandan sonra, Müslümanların Cennete, kâfirlerin Cehenneme gideceklerine ve orada ebedi kalacaklarına iman etmek, bunu kabul etmek ve beğenmek demektir. Bir âyet-i kerime meali:
(Onlar [Müslümanlar], ahiret gününe iman ederler.) [Bekara 4]
Kelime-i şehadete inanmak şöyle olmalı:
Ben şehadet ederim ki, yani görmüş gibi bilirim ve bildiririm ki, Allah’tan başka ilah yoktur. Ve yine şehadet ederim ki, Muhammed aleyhisselam Onun kulu, resulü ve son Peygamberidir. İki âyet-i kerime meali:
(Muhammed [aleyhisselam], Allah’ın Resulü ve nebilerin sonuncusudur.) [Ahzab 40]
(Allah’a ve resulüne inananlara, rableri katında nurları ve ecirleri vardır.) [Hadid 19]
İnanmak ne demek?
Sual: Müslüman olmak için Amentü’deki altı esasa inanmak şarttır, ama inanmak ne demektir?
CEVAP
İnanmak, görmüş gibi, kabul etmek, tasdik etmek, beğenmek demektir. Bir insanın Müslüman olabilmesi için, iman sahibi olması, yani dinimizin emir ve yasaklarına inanması şarttır. Yalnız inanması da kâfi değildir; bu emirleri beğenmesi ve sevmesi de şarttır. Bu da bir bilgi işidir. Yapıp yapmamak ayrı, bunları kabul etmek, beğenmek ve sevmek ayrı şeydir. Yapıp yapmamak günah ve sevapla ilgili, kabul etmek ve beğenmek imanla ilgilidir. İmanın altı esası bir bütün olup, çok önemlidir. Ufak bir şüphe götürmez. İnandığı halde, birini bile beğenmemek kâfirliktir.
İmanın tarifi nedir?
İmanı şöyle tarif ediyorsunuz:
"İman, Muhammed aleyhisselamın, peygamber olarak bildirdiği şeyleri, tahkik etmeden, akla, tecrübeye ve felsefeye danışmaksızın, tasdik ve itikat etmektir, inanmaktır. Akla uygun olduğu için tasdik ederse, aklı tasdik etmiş olur, resulü tasdik etmiş olmaz. Veya, resulü ve aklı birlikte tasdik etmiş olur ki, o zaman peygambere itimat tam olmaz. İtimat tam olmayınca, iman olmaz. İman, Amentü’deki 6 esasa kesin olarak inanmaktır. Çünkü iyiler övülürken, (Onlar gayba inanır) buyuruluyor."
Bu tarif, Kur'ana zıttır, Bekara suresinin 62. âyetine aykırıdır. İman sadece Allah’a ve ahirete olması gerekir. Bu tarifin Muhammedi tavırla hiç bir alakası yoktur.
CEVAP
(Muhammedi) ifadesi uygun değildir. Bu, Peygamber efendimizin Allah’ın Resulü olduğuna inanmayan, Kur'anın Allah’ın kelamı değil, Muhammed aleyhisselamın sözü olduğunu savunan müsteşriklerin ve misyonerlerin ifadesidir. İman edilmesi gereken hususlar sadece Bekara 62 de mi bildiriliyor? Diğer âyetleri niye gizliyorsunuz? Güneş balçıkla sıvanmaz. İman sadece Allah’a ve ahirete değil, Amentü’deki altı esasa inanmaktır. Bekara suresinin 3. âyetinde, gayba inanmak, görmeden inanmak övülüyor. İmanın altı şartı da gayba inanmaktır. Çünkü hiç birisini görmüş değiliz.
Peygamberlerden sonra bütün insanların en üstünü olan Hazret-i Ebu Bekir bu üstünlüğe kavuşup nasıl Sıddık lakabını aldı biliyor musunuz? (Allah ne diyorsa doğrudur, Allah’ın resulü ne diyorsa doğrudur) demesi yüzünden bu dereceye yükselmiştir. Kâfirler, (Muhammed, Ebu Bekir’e galiba sihir yapmış, çünkü görmeden inanıyor, bir anda onun Miraca gidip geldiğini tasdik ediyor) diye hayrette kaldılar.
İslamiyet’i beğenmek
Sual: Bir kimse, Amentü’nün altı şartına inansa, fakat Allah’ın emir ve yasaklarından birini beğenmese, mesela (Cehennem lüzumsuzdur) veya (Şarabın haram edilmesi manasızdır) dese, bu kimse, imanın şartlarının hepsini kabul ettiği için imanlı sayılmaz mı?
CEVAP
Sayılmaz. Amentü’nün içinde Allah’a iman vardır. Allah’a iman, bütün sıfatlarıyla birlikte ona imandır, ayrıca emir ve yasaklarının yani İslamiyet'in doğru ve yerinde olduğuna da inanmak şarttır. Böyle inanmayan iman etmiş sayılmaz. Demek ki, Amentü’ye inanan kimsenin İslamiyet’i beğenmesi şarttır, çünkü İslamiyet, Allahü teâlânın emir ve yasaklarıdır. Emir ve yasakların birini bile beğenmemek küfür olur.
Bunun gibi hubb-i fillah, buğd-i fillah da imanın esaslarındandır. Allahü teâlâyı sevmek de, emir ve yasaklarının hepsinin yerinde ve güzel bulmakla olur. Allah’ı ve onun dostlarını sevmek, sevmediklerini sevmemek de lazımdır. Bir hadis-i şerif meali:
(Allah için seven, Allah için buğzeden, Allah için veren, Allah için yasaklayan, gerçek iman sahibidir.) [Ebu Davud]
İman herkese lazım
Sual: İman etmek akıl icabı değil midir?
CEVAP
İmanı olmayan kimsenin sonsuz olarak Cehennem ateşinde yanacağını Peygamber efendimiz haber verdi. Bu haber elbette doğrudur. Buna inanmak, Allahü teâlânın var olduğuna, bir olduğuna inanmak gibi lazımdır. Sonsuz olarak ateşte yanmak ne demektir? Herhangi bir insan, sonsuz olarak ateşte yanmak felaketini düşünürse, korkudan aklını kaçırması lazım gelir. Bu korkunç felaketten kurtulmak çaresini arar. Bunun çaresi ise, çok kolaydır. (Allahü teâlânın var ve bir olduğuna ve Muhammed aleyhisselamın Onun son Peygamberi olduğuna ve Onun haber verdiği şeylerin hepsinin doğru olduğuna inanmak ve beğenmek) insanı bu sonsuz felaketten kurtarmaktadır.
Bir kimse ben bu sonsuz yanmaya inanmıyorum, bunun için böyle bir felaketten korkmuyorum, bu felaketten kurtulmak çaresini aramıyorum derse, buna, (İnanmamak için elinde senedin, vesikan var mı? Hangi ilim, hangi fen inanmana engel oluyor?) denirse ne cevap verecektir? Elbette hiçbir vesika gösteremiyecektir. Senedi, vesikası olmayan söze ilim, fen denir mi? Buna zan ve ihtimal denir. Milyonda, milyarda bir ihtimali olsa da, (sonsuz olarak ateşte yanmak) korkunç felaketinden sakınmak lazım olmaz mı? Az bir aklı olan kimse bile, böyle felaketten sakınmaz mı? Sonsuz ateşte yanmak ihtimalinden kurtulmak çaresini aramaz mı? Görülüyor ki, her akıl sahibinin iman etmesi lazımdır.
İman etmek için vergi vermek, mal ödemek, yük taşımak, zevkli tatlı şeylerden kaçınmak gibi sıkıntılara katlanmak lazım değildir. Yalnız kalb ile, ihlas ile, samimi olarak inanmak yeterlidir. Bu inancını inanmayanlara bildirmek de şart değildir. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki, (Sonsuz ateşte yanmaya inanmayanın, buna çok az da bir ihtimal vermesi, zannetmesi akıl icabıdır). Sonsuz olarak ateşte yanmak ihtimali karşısında, bunun yegane ve kesin çaresi olan iman nimetinden kaçınmak, ahmaklık, hem de çok büyük şaşkınlık olmaz mı?
İmandan mahrum olan
Sual: (İman edenin, neyi yok; imandan mahrum olanın neyi var ki?) sözü, ne demektir?
CEVAP
Hüküm, neticeye göre verilir. Ebedi kâr ve zarara bakılır. Ebedi nimetlere kavuşmanın veya ebedi azaplara düşmenin sebebi, insanda bir hazinenin varlığına veya yokluğuna bağlıdır. Bu hazine imandır, Müslüman olmaktır. Bu hazineye malik olanın her şeyi var demektir. Bu hazineden mahrum kalanın da, hiçbir şeyi yok demektir. Mesela dünyanın en fakir insanı salih bir Müslüman olsun. Bu çok fakir Müslümana, (Dünyanın bütün servetini, her şeyin tapusunu sana vereceğiz, dünyanın lideri de, sen olacaksın, ama; imanını bırak) deseler. O, çok fakir Müslüman, bunu asla kabul etmez. Demek ki, iman sahibi, dünyadaki bütün servetin satın alamayacağı bir hazineye ve erişilemeyecek bir makama sahiptir.
Netice olarak, Allahü teâlâya iman eden kimse, o haliyle de ölürse, ebedi Cennetliktir. Başka hiç bir şeyi olmasa da, ne önemi var? İmandan mahrum olanın akıbeti ise, ebedi Cehennemdir. Bütün dünya onun olsa da, neye faydası olur? Onun için bir iş yaparken, bu işten Allahü teâlâ razı mı, değil mi ona bakmak gerekir. O, razı ise başka hiç kimse razı olmasa da, önemi yoktur. O razı değilse, herkes razı olsa da, beğense de, hiç kıymeti olmaz. O halde her işte ölçümüz, Allahü teâlânın rızası olmalıdır.
Dil ile ikrar
Sual: Bir ingiliz arkadaşım var. Müslüman olmuş, namaz kılıyormuş ama, hiç kimseye söylememiş. İngilizler Müslüman olduğunu duyarsa, iyi gözle bakmayacaklarını söylüyor. Kitaplarda okumuş, kalb ile tasdik, dil ile ikrar etmek gerekiyor, şimdi benim kaç kişinin yanında Müslümanlığımı ikrar etmem gerekir diyor. İkrar etmeden veya edemeden ölsem Müslüman sayılmaz mıyım diyor.
CEVAP
Evet iman etmek için kalb ile tasdik dil ile de ikrar gerekir. Ancak, onun dil ile başkalarına ikrar etmesi gerekmez. İslam ülkesinde ikrar etmesi gerekir ki, Müslüman olarak bilinsin ve Müslümanlara yapılan muamele ona yapılsın ve Müslüman mezarlığına defnedilsin.
İnanmak ve beğenmek
Sual: Cennete, Cehenneme ve Allah’a inanan herkes mümindir ve Cennete gider deniyor. Böyle bir şey var mıdır?
CEVAP
Çok yanlış bu! Şeytan da Allah’a inanıyor, o da Cennete Cehenneme inanıyor. Hatta imanın diğer şartlarına da inanıyor. Meleklere inanıyor, Peygamberlere inanıyor, gönderilen kitaplara inanıyor. Öldükten sonra dirilmeye inanıyor. Hesaba, kitaba inanıyor yani bunları biliyor. Demek ki Amentü’ye sadece inanmakla, bunları bilmekle iman olmuyor. Amentü’de bildirilen altı esasa inanmakla birlikte, Allahü teâlâ tarafından bildirilen emir ve yasakların tamamını kabul etmek ve hepsini beğenmek de şarttır. Birini bile beğenmeyen müslüman olamaz. Bir de, Hubb-i fillah, buğd-i fillah ile gayba iman var. Yani Allah dostlarını dost, düşmanlarını düşman bilmek ve gayba inanmak gerekir. Tersi, yani Allah dostlarını düşman, düşmanlarını da dost bilen ve gayba inanmayan kimse mümin olamaz.
Demek ki Amentü’ye şeytan da inanıyor, hepsini teker teker biliyor. Ancak şeytan, inandığı, teker teker bildiği bu şeyleri kabul etmiyor, beğenmiyor ve Allah dostlarını düşman, düşmanlarını da dost biliyor. Şeytan gibi bilen ve inanan kimse mümin olmaz.
En faziletli iman
Sual: En faziletli iman nedir?
CEVAP
İmanın altı şartına inanıp, hubb-i fillah ve buğd-i fillah ile gayba inandıktan sonra, hep Allahü teâlâyı hatırlamak, her işini dine uygun olarak, Allah için yapmaktır. Bir hadis-i şerif meali:
(En faziletli iman, nerede olursan ol, Allahü teâlânın seninle beraber olduğunu bilmendir.) [Taberani]
kaynak: http://www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=226
İtikat(iman)-Amel ve cennet-cehennem iki ayette özetlenmiştir. Herkes yerini bulabilir. . Bakara 2/81 ile Bakara 2/82
(Muhammed [aleyhisselam], Allah’ın Resulü ve nebilerin sonuncusudur.) [Ahzab 40]
Hayır! Kim bir kötülük eder de kötülüğü kendisini çepeçevre kuşatırsa işte o kimseler cehennemliktirler onlar orada devamlı kalırlar. Bakara 2/81
İman edip yararlı iş yapanlara gelince onlarda cennetliktirler. Onlar orada devamlı kalırlar. Bakara 2/82.
(Allah’a ve ümmi nebi olan Resulüne iman edin!) [Araf 158].
Bu ayetle tüm eski dinlerin geçerliliği yoktur. İman edin (Araf,158) buyuruyor. İmansızlar” o kimseler cehennemliktirler onlar orada devamlı kalırlar. Bakara 2/81
İman ne demek kesinlikle okunmalı, ben Müslüman'ım demekle olmaz. İman nedir öğren yerini bulursun.
Sual: İman nedir?
CEVAP
İman, bildirilen altı esasa inanmak ve Allahü teâlâ tarafından bildirilen, Muhammed aleyhisselamın Allahü teâlâ tarafından getirdiği emir ve yasakların hepsine inanmak ve inandığını dil ile söylemek demektir.
Amentü şöyledir:
Âmentü billahi ve melaiketihi ve kütübihi ve rüsülihi vel yevmil ahiri ve bilkaderi hayrihi ve şerrihi minallahi teâlâ vel ba'sü ba'del mevti hakkun. Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resülühü.
[Yani, Allah’a, meleklerine, gönderdiği kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna, öldükten sonra dirilmeye inanıyorum. Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed aleyhisselamın da Allah’ın kulu ve son Peygamberi olduğuna şehadet ediyorum.]
İman, Muhammed aleyhisselamın, Peygamber olarak bildirdiği dini, akla, tecrübeye ve felsefeye uygun olup olmadığına bakmadan tasdik etmek yani kabul edip, beğenip, inanmaktır. Akla uygun olduğu için tasdik etmek, aklı tasdik etmek olur, Resulü tasdik etmek olmaz. Yahut Resulü ve aklı birlikte tasdik etmek olur ki, o zaman Peygambere itimat tam olmaz. Tam olmayınca, iman olmaz. Allahü teâlâ, (Onlar gayba [görmedikleri halde Resulümün bildirdiği her şeye] iman ederler) buyuruyor. (Bekara 3) Resulü de, (Dini [hükümleri, dinde bildirilenleri] aklı ile ölçenden daha zararlısı yoktur) buyurdu. (Taberani)
Nazara yani göz değmesine inanmayan bir kimse, (Bugün fen, gözle görülemeyen şuaların iş yaptığını açıklıyor. Mesela bir kumanda ile TV’yi, radyoyu veya arabamızı açıp kapatabiliyoruz. Bunun için gözlerden çıkan şuanın zarar verebileceğine artık inanıyorum) dese bunun kıymeti olmaz. Çünkü bu insan dine değil, kumandadan çıkan şuaya inanıyor. Yahut şua ile birlikte Peygambere inanıyor. Yani fen kabul ettiği için, şuaların etkisini gözü ile gördüğü için inanıyor ki bu iman olmaz. Dinde bildirilen her şeyi, fen ispat edemese de, fayda veya zararını gözü ile görmese de, yine inanmak lazımdır. Hakiki iman gayba inanmaktır yani görmeden inanmaktır. Gördükten sonra artık o iman olmaz. Gördüğünü itiraf etmek olur. Bekara suresinin 3. âyetinde, gayba inanmak, görmeden inanmak övülüyor. İmanın altı şartı da gayba inanmayı gerektirmektedir. Çünkü hiç birisini görmüş değiliz.
Peygamber efendimiz, aşağıda bildirilen iman ile ilgili âyetleri açıklayarak imanı şöyle tarif etti:
(İman; Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe, [yani Kıyamete, Cennete, Cehenneme, hesaba, mizana], kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna, ölüme, öldükten sonra dirilmeye, inanmaktır. Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim Onun kulu ve resulü olduğuma şehadet etmektir.) [Buhari, Müslim, Nesai]
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Asıl iyilik; Allah’a, ahirete, meleklere, kitaplara, nebilere inanmaktır.) [Bekara 177]
(Onlar gayba [Allah'a, meleklere, kıyamete, cennete, cehenneme görmedikleri halde] inanırlar.) [Bekara 3]
(Onlar, sana indirilene, senden önceki kitaplara ve ahirete iman ederler.) [Bekara 4]
Bu üç âyette, Allah’a, ahirete, meleklere, kitaplara, peygamberlere ve gayba inanmak bildiriliyor.
(Allah, onların işlediklerini ve işleyeceklerini bilir.) [Bekara 255]
(Ölümü Allah’ın iznine bağlı olmayan hiç kimse yoktur.) [Al-i İmran 145]
(Ölüm zamanını takdir eden ancak Allah’tır.) [Enam 2]
Bu üç âyet, takdirin Allah tarafından olduğunu bildirmekte, kadere iman etmeyi göstermektedir.
(Kendilerine bir iyilik dokununca, "Bu Allah’tan" derler; başlarına bir kötülük gelince de "Bu senin yüzünden" derler. “Küllün min indillah” [Hepsi Allah’tandır] de, bunlara ne oluyor ki bir türlü laf anlamıyorlar.) [Nisa 78]
Bu âyet, hayır ve şerrin Allah’tan olduğunu bildirmektedir.
(Muhammed [aleyhisselam], Allah’ın Resulü ve nebilerin sonuncusudur.) [Ahzab 40]
Bu âyet de, Resulullahın peygamber olduğunu bildirmektedir.
Amentü’nün manası
Allah’a inanmak:
Allahü teâlânın varlığına, birliğine, Ondan başka ilah olmadığına, her şeyi yoktan yarattığına, Ondan başka yaratıcı olmadığına kalben inanmak, kabul etmek demektir. Âlemlere rahmet olarak gönderdiği son Peygamberi Muhammed aleyhisselam vasıtasıyla bildirdiği dinin hepsini kabul etmek, beğenmek demektir. Bir âyet-i kerime meali:
(Allah’a ve ümmi nebi olan Resulüne iman edin!) [Araf 158]
Meleklere inanmak:
Melekler nurani cisimlerdir. Hiçbirinde erkeklik dişilik yoktur. Hepsinin günahsız, emin olduğunu kabul etmek, tasdik etmek, yaptıkları işleri beğenmek şarttır. Bir âyet-i kerime meali:
(Asıl iyilik; Allah’a, ahirete, meleklere, kitaplara, nebilere inanmaktır.) [Bekara 177]
Kitaplara inanmak:
Zebur, Tevrat, İncil, Kur’an ve diğer kitapların Allahü teâlâ tarafından gönderildiğine, hepsinin hak olduğuna inanmak lazımdır. Ancak, Kur’an-ı kerimden önceki kitapların insanlar tarafından değiştirildiğini, Allah kelamı olmaktan çıktıklarını bilmek, bunu kabul ve tasdik etmek demektir. Önceki kitapların hiç birisi değişmemiş bile olsa, Allahü teâlâ tarafından nesh edildiğine yani yürürlükten kaldırıldığına iman etmek gerekir. Bir âyet-i kerime meali:
(Onlar, sana indirilene [Kur’an-ı kerime], senden önceki indirilen kitaplara iman ederler.) [Bekara 4]
Peygamberlere inanmak:
Peygamberlerin hepsinin Allahü teâlâ tarafından seçilmiş olup, sadık, doğru sözlü, günahtan masum olduklarını kabul ile tasdik etmek demektir. Onlardan birini bile kabul etmeyen, beğenmeyen kimse, kâfir olur. Peygamberlerin ilkinin Âdem aleyhisselam ve sonuncusunun, Muhammed aleyhisselam olduğuna iman etmek, kabul ve tasdik etmek demektir. Peygamber efendimizin bildirdiği dini hükümlerin hepsini, en güzel şekilde ve eksiksiz tebliğ ettiğine inanmak, bu emir ve yasakların hepsini kabul edip, hepsini beğenmek demektir. Bir âyet-i kerime meali:
(Bütün Peygamberlere iman edip, hiçbirini diğerinden ayırmayanlar Allah’ın mükafatına kavuşacaktır.) [Nisa 152]
Kaza ve kadere inanmak:
Allahü teâlânın insanlara cüzi irade verdiğini, insanların bu cüzi iradeye göre tercih ettikleri ve yaptıkları her şeyi Allahü teâlânın yarattığına iman etmek demektir. Hayır ve şer, her şeyi kulların talep ettiklerini, Allah’ın da bunu dilediği takdirde yarattığını bilmek, bunu kabul ile tasdik etmek ve beğenmek demektir. Bir âyet-i kerime meali:
(Allah’ın emri mutlaka yerine gelecek, yazılmış bir kaderdir.) [Ahzab 38]
Ahirete inanmak:
İnsanların kıyamet kopunca, dirileceklerine, hesap ve mizandan sonra, Müslümanların Cennete, kâfirlerin Cehenneme gideceklerine ve orada ebedi kalacaklarına iman etmek, bunu kabul etmek ve beğenmek demektir. Bir âyet-i kerime meali:
(Onlar [Müslümanlar], ahiret gününe iman ederler.) [Bekara 4]
Kelime-i şehadete inanmak şöyle olmalı:
Ben şehadet ederim ki, yani görmüş gibi bilirim ve bildiririm ki, Allah’tan başka ilah yoktur. Ve yine şehadet ederim ki, Muhammed aleyhisselam Onun kulu, resulü ve son Peygamberidir. İki âyet-i kerime meali:
(Muhammed [aleyhisselam], Allah’ın Resulü ve nebilerin sonuncusudur.) [Ahzab 40]
(Allah’a ve resulüne inananlara, rableri katında nurları ve ecirleri vardır.) [Hadid 19]
İnanmak ne demek?
Sual: Müslüman olmak için Amentü’deki altı esasa inanmak şarttır, ama inanmak ne demektir?
CEVAP
İnanmak, görmüş gibi, kabul etmek, tasdik etmek, beğenmek demektir. Bir insanın Müslüman olabilmesi için, iman sahibi olması, yani dinimizin emir ve yasaklarına inanması şarttır. Yalnız inanması da kâfi değildir; bu emirleri beğenmesi ve sevmesi de şarttır. Bu da bir bilgi işidir. Yapıp yapmamak ayrı, bunları kabul etmek, beğenmek ve sevmek ayrı şeydir. Yapıp yapmamak günah ve sevapla ilgili, kabul etmek ve beğenmek imanla ilgilidir. İmanın altı esası bir bütün olup, çok önemlidir. Ufak bir şüphe götürmez. İnandığı halde, birini bile beğenmemek kâfirliktir.
İmanın tarifi nedir?
İmanı şöyle tarif ediyorsunuz:
"İman, Muhammed aleyhisselamın, peygamber olarak bildirdiği şeyleri, tahkik etmeden, akla, tecrübeye ve felsefeye danışmaksızın, tasdik ve itikat etmektir, inanmaktır. Akla uygun olduğu için tasdik ederse, aklı tasdik etmiş olur, resulü tasdik etmiş olmaz. Veya, resulü ve aklı birlikte tasdik etmiş olur ki, o zaman peygambere itimat tam olmaz. İtimat tam olmayınca, iman olmaz. İman, Amentü’deki 6 esasa kesin olarak inanmaktır. Çünkü iyiler övülürken, (Onlar gayba inanır) buyuruluyor."
Bu tarif, Kur'ana zıttır, Bekara suresinin 62. âyetine aykırıdır. İman sadece Allah’a ve ahirete olması gerekir. Bu tarifin Muhammedi tavırla hiç bir alakası yoktur.
CEVAP
(Muhammedi) ifadesi uygun değildir. Bu, Peygamber efendimizin Allah’ın Resulü olduğuna inanmayan, Kur'anın Allah’ın kelamı değil, Muhammed aleyhisselamın sözü olduğunu savunan müsteşriklerin ve misyonerlerin ifadesidir. İman edilmesi gereken hususlar sadece Bekara 62 de mi bildiriliyor? Diğer âyetleri niye gizliyorsunuz? Güneş balçıkla sıvanmaz. İman sadece Allah’a ve ahirete değil, Amentü’deki altı esasa inanmaktır. Bekara suresinin 3. âyetinde, gayba inanmak, görmeden inanmak övülüyor. İmanın altı şartı da gayba inanmaktır. Çünkü hiç birisini görmüş değiliz.
Peygamberlerden sonra bütün insanların en üstünü olan Hazret-i Ebu Bekir bu üstünlüğe kavuşup nasıl Sıddık lakabını aldı biliyor musunuz? (Allah ne diyorsa doğrudur, Allah’ın resulü ne diyorsa doğrudur) demesi yüzünden bu dereceye yükselmiştir. Kâfirler, (Muhammed, Ebu Bekir’e galiba sihir yapmış, çünkü görmeden inanıyor, bir anda onun Miraca gidip geldiğini tasdik ediyor) diye hayrette kaldılar.
İslamiyet’i beğenmek
Sual: Bir kimse, Amentü’nün altı şartına inansa, fakat Allah’ın emir ve yasaklarından birini beğenmese, mesela (Cehennem lüzumsuzdur) veya (Şarabın haram edilmesi manasızdır) dese, bu kimse, imanın şartlarının hepsini kabul ettiği için imanlı sayılmaz mı?
CEVAP
Sayılmaz. Amentü’nün içinde Allah’a iman vardır. Allah’a iman, bütün sıfatlarıyla birlikte ona imandır, ayrıca emir ve yasaklarının yani İslamiyet'in doğru ve yerinde olduğuna da inanmak şarttır. Böyle inanmayan iman etmiş sayılmaz. Demek ki, Amentü’ye inanan kimsenin İslamiyet’i beğenmesi şarttır, çünkü İslamiyet, Allahü teâlânın emir ve yasaklarıdır. Emir ve yasakların birini bile beğenmemek küfür olur.
Bunun gibi hubb-i fillah, buğd-i fillah da imanın esaslarındandır. Allahü teâlâyı sevmek de, emir ve yasaklarının hepsinin yerinde ve güzel bulmakla olur. Allah’ı ve onun dostlarını sevmek, sevmediklerini sevmemek de lazımdır. Bir hadis-i şerif meali:
(Allah için seven, Allah için buğzeden, Allah için veren, Allah için yasaklayan, gerçek iman sahibidir.) [Ebu Davud]
İman herkese lazım
Sual: İman etmek akıl icabı değil midir?
CEVAP
İmanı olmayan kimsenin sonsuz olarak Cehennem ateşinde yanacağını Peygamber efendimiz haber verdi. Bu haber elbette doğrudur. Buna inanmak, Allahü teâlânın var olduğuna, bir olduğuna inanmak gibi lazımdır. Sonsuz olarak ateşte yanmak ne demektir? Herhangi bir insan, sonsuz olarak ateşte yanmak felaketini düşünürse, korkudan aklını kaçırması lazım gelir. Bu korkunç felaketten kurtulmak çaresini arar. Bunun çaresi ise, çok kolaydır. (Allahü teâlânın var ve bir olduğuna ve Muhammed aleyhisselamın Onun son Peygamberi olduğuna ve Onun haber verdiği şeylerin hepsinin doğru olduğuna inanmak ve beğenmek) insanı bu sonsuz felaketten kurtarmaktadır.
Bir kimse ben bu sonsuz yanmaya inanmıyorum, bunun için böyle bir felaketten korkmuyorum, bu felaketten kurtulmak çaresini aramıyorum derse, buna, (İnanmamak için elinde senedin, vesikan var mı? Hangi ilim, hangi fen inanmana engel oluyor?) denirse ne cevap verecektir? Elbette hiçbir vesika gösteremiyecektir. Senedi, vesikası olmayan söze ilim, fen denir mi? Buna zan ve ihtimal denir. Milyonda, milyarda bir ihtimali olsa da, (sonsuz olarak ateşte yanmak) korkunç felaketinden sakınmak lazım olmaz mı? Az bir aklı olan kimse bile, böyle felaketten sakınmaz mı? Sonsuz ateşte yanmak ihtimalinden kurtulmak çaresini aramaz mı? Görülüyor ki, her akıl sahibinin iman etmesi lazımdır.
İman etmek için vergi vermek, mal ödemek, yük taşımak, zevkli tatlı şeylerden kaçınmak gibi sıkıntılara katlanmak lazım değildir. Yalnız kalb ile, ihlas ile, samimi olarak inanmak yeterlidir. Bu inancını inanmayanlara bildirmek de şart değildir. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki, (Sonsuz ateşte yanmaya inanmayanın, buna çok az da bir ihtimal vermesi, zannetmesi akıl icabıdır). Sonsuz olarak ateşte yanmak ihtimali karşısında, bunun yegane ve kesin çaresi olan iman nimetinden kaçınmak, ahmaklık, hem de çok büyük şaşkınlık olmaz mı?
İmandan mahrum olan
Sual: (İman edenin, neyi yok; imandan mahrum olanın neyi var ki?) sözü, ne demektir?
CEVAP
Hüküm, neticeye göre verilir. Ebedi kâr ve zarara bakılır. Ebedi nimetlere kavuşmanın veya ebedi azaplara düşmenin sebebi, insanda bir hazinenin varlığına veya yokluğuna bağlıdır. Bu hazine imandır, Müslüman olmaktır. Bu hazineye malik olanın her şeyi var demektir. Bu hazineden mahrum kalanın da, hiçbir şeyi yok demektir. Mesela dünyanın en fakir insanı salih bir Müslüman olsun. Bu çok fakir Müslümana, (Dünyanın bütün servetini, her şeyin tapusunu sana vereceğiz, dünyanın lideri de, sen olacaksın, ama; imanını bırak) deseler. O, çok fakir Müslüman, bunu asla kabul etmez. Demek ki, iman sahibi, dünyadaki bütün servetin satın alamayacağı bir hazineye ve erişilemeyecek bir makama sahiptir.
Netice olarak, Allahü teâlâya iman eden kimse, o haliyle de ölürse, ebedi Cennetliktir. Başka hiç bir şeyi olmasa da, ne önemi var? İmandan mahrum olanın akıbeti ise, ebedi Cehennemdir. Bütün dünya onun olsa da, neye faydası olur? Onun için bir iş yaparken, bu işten Allahü teâlâ razı mı, değil mi ona bakmak gerekir. O, razı ise başka hiç kimse razı olmasa da, önemi yoktur. O razı değilse, herkes razı olsa da, beğense de, hiç kıymeti olmaz. O halde her işte ölçümüz, Allahü teâlânın rızası olmalıdır.
Dil ile ikrar
Sual: Bir ingiliz arkadaşım var. Müslüman olmuş, namaz kılıyormuş ama, hiç kimseye söylememiş. İngilizler Müslüman olduğunu duyarsa, iyi gözle bakmayacaklarını söylüyor. Kitaplarda okumuş, kalb ile tasdik, dil ile ikrar etmek gerekiyor, şimdi benim kaç kişinin yanında Müslümanlığımı ikrar etmem gerekir diyor. İkrar etmeden veya edemeden ölsem Müslüman sayılmaz mıyım diyor.
CEVAP
Evet iman etmek için kalb ile tasdik dil ile de ikrar gerekir. Ancak, onun dil ile başkalarına ikrar etmesi gerekmez. İslam ülkesinde ikrar etmesi gerekir ki, Müslüman olarak bilinsin ve Müslümanlara yapılan muamele ona yapılsın ve Müslüman mezarlığına defnedilsin.
İnanmak ve beğenmek
Sual: Cennete, Cehenneme ve Allah’a inanan herkes mümindir ve Cennete gider deniyor. Böyle bir şey var mıdır?
CEVAP
Çok yanlış bu! Şeytan da Allah’a inanıyor, o da Cennete Cehenneme inanıyor. Hatta imanın diğer şartlarına da inanıyor. Meleklere inanıyor, Peygamberlere inanıyor, gönderilen kitaplara inanıyor. Öldükten sonra dirilmeye inanıyor. Hesaba, kitaba inanıyor yani bunları biliyor. Demek ki Amentü’ye sadece inanmakla, bunları bilmekle iman olmuyor. Amentü’de bildirilen altı esasa inanmakla birlikte, Allahü teâlâ tarafından bildirilen emir ve yasakların tamamını kabul etmek ve hepsini beğenmek de şarttır. Birini bile beğenmeyen müslüman olamaz. Bir de, Hubb-i fillah, buğd-i fillah ile gayba iman var. Yani Allah dostlarını dost, düşmanlarını düşman bilmek ve gayba inanmak gerekir. Tersi, yani Allah dostlarını düşman, düşmanlarını da dost bilen ve gayba inanmayan kimse mümin olamaz.
Demek ki Amentü’ye şeytan da inanıyor, hepsini teker teker biliyor. Ancak şeytan, inandığı, teker teker bildiği bu şeyleri kabul etmiyor, beğenmiyor ve Allah dostlarını düşman, düşmanlarını da dost biliyor. Şeytan gibi bilen ve inanan kimse mümin olmaz.
En faziletli iman
Sual: En faziletli iman nedir?
CEVAP
İmanın altı şartına inanıp, hubb-i fillah ve buğd-i fillah ile gayba inandıktan sonra, hep Allahü teâlâyı hatırlamak, her işini dine uygun olarak, Allah için yapmaktır. Bir hadis-i şerif meali:
(En faziletli iman, nerede olursan ol, Allahü teâlânın seninle beraber olduğunu bilmendir.) [Taberani]
kaynak: http://www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=226
Fethullah Gülen Hocefendi'den Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a
Fethullah Gülen Hocaefendi, ikinci kez ameliyat geçiren Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'la ilgili 'geçmiş olsun' mesajı yayınladı.
Ameliyattan teessür duyduğunu belirten Gülen, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a acil şifalar diledi. Fethullah Gülen Hocaefendi'nin mesajı şöyle:
"Her gün Rabbime iltica edip O'nun yüce dergahına yöneldiğimde her daim dua ettiğim Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın ikinci kez ameliyat olduğunu öğrendim. İlk ameliyatını duyduğumda da fevkalade derinden üzülmüş hastalığından bir an önce kurtulmasını dilemiştim. Hatta yakın dostlarıma 'Hizmetlerinden dolayı nazar mı değiyor yoksa başka bir olumsuzluk mu söz konusu' demiştim. Şimdi yeniden ameliyat olduğunu teessürle öğrendim. Bu ameliyatın tamamlayıcı bir müdahale olmasından müteselli oldum. Yaptığı hizmetlerle milletimizin medar-ı iftiharı haline gelmiş Başbakanımızın bir an önce sağlığına kavuşmasını, görevinin başına yepyeni bir dinamizmle geçmesini Cenab-ı Erhamürrahimin'den niyaz eder, kendisine acil şifalar temenni ederim."
kaynak: http://tr.fgulen.com/index.php?option=com_content&task=view&id=20276&Itemid=11&utm_source=FG&utm_medium=twitter&utm_campaign=Feed%3A+fethullahgulen+%28fgulen.com+RSS%2FXML%29
Ameliyattan teessür duyduğunu belirten Gülen, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a acil şifalar diledi. Fethullah Gülen Hocaefendi'nin mesajı şöyle:
"Her gün Rabbime iltica edip O'nun yüce dergahına yöneldiğimde her daim dua ettiğim Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın ikinci kez ameliyat olduğunu öğrendim. İlk ameliyatını duyduğumda da fevkalade derinden üzülmüş hastalığından bir an önce kurtulmasını dilemiştim. Hatta yakın dostlarıma 'Hizmetlerinden dolayı nazar mı değiyor yoksa başka bir olumsuzluk mu söz konusu' demiştim. Şimdi yeniden ameliyat olduğunu teessürle öğrendim. Bu ameliyatın tamamlayıcı bir müdahale olmasından müteselli oldum. Yaptığı hizmetlerle milletimizin medar-ı iftiharı haline gelmiş Başbakanımızın bir an önce sağlığına kavuşmasını, görevinin başına yepyeni bir dinamizmle geçmesini Cenab-ı Erhamürrahimin'den niyaz eder, kendisine acil şifalar temenni ederim."
kaynak: http://tr.fgulen.com/index.php?option=com_content&task=view&id=20276&Itemid=11&utm_source=FG&utm_medium=twitter&utm_campaign=Feed%3A+fethullahgulen+%28fgulen.com+RSS%2FXML%29
11 Şubat 2012 Cumartesi
Fethullah Gülen Hocaefendi Vasiyetim olsun...
Bazen böyle oluyor. Bir yazı sizi başka bir yazıya sürüklüyor. Onu yazdığınızda başka bir yazıyla konuya devam etmek zorunda kalıyorsunuz.
Resmi tamamlamak durumundasınız çünkü. 'Siyaset ve âlimler' diye başladık. Geçmiş çağlarda yaşayan ulemadan örnekler verdik. Sonra söz çağdaş bir düşünür olan Bediüzzaman'a geldi dayandı. Daha da güncel bir noktaya vardığımızda karşımıza Fethullah Gülen Hocaefendi'nin siyasete bakışı çıktı. Bazı alıntılar eşliğinde yapacağımız anlama gayreti daha önceki yazılarla birlikte okunmalı ki bir anlam ifade edebilsin.
"Vasiyetim olsun..." diye başlıyor söze Fethullah Gülen. Ve ekliyor: "Elinizden geldiğince çevrenizi kendi benliğinden, egosundan uzaklaştırmaya çalışın. Eğer bir gün o ideal nesil, ütopyalarda resmedilen nesil, isbat-ı vücut edecekse, o, bencilliği olmayan, 'ben' davasından geçmiş, 'ene'yi bırakmış, hatta şirkin en hafifi olan 'biz'i de aşarak, 'Hüve'de/'O'nda tevhidi yakalamış, 'ene'yi yırtıp, 'Hüve'yi göstermiş nesil olacaktır." (Amerika'da Bir Ay, 2001 / s. 183)
Yukarıdaki paragrafın üzerinde ciddiyetle durmak gerekiyor ki Fethullah Gülen doğru anlaşılabilsin. Her şeyden önce bir insan, "Vasiyetim olsun..." diyerek bir şey söylüyorsa o sözün ağırlığı üzerinde düşünmek gerekiyor. Allah uzun ve sağlıklı ömürler versin. Bu sözle kuvvetlendirilen cümle, "Aman dikkat! Hayatımın en büyük emanetini sizlerle paylaşıyorum." anlamına geliyor ki, o cümleye bir hayat felsefesi sıkıştırılıyor.
Hocaefendi benzer bir ifadeyi Fasıldan Fasıla (1997) adlı kitabın birinci cildinde de, şöyle ifade ediyor: "Şayet üç cümle söylemeye mecalim kalsa ve benden son tavsiyen nedir diye sorulsa, zannederim söyleyeceklerim yine bu irtibata dikkat çeken ifadelerim olacaktır. Çünkü bana göre en önemli mesele budur... Diğer meselelerin bütünü buna nispeten tali sayılır."
İşte Fethullah Gülen'in dünyaya bakışı budur. O, her meselenin özüne Allah'ı tanımayı, yani marifeti, yerleştiriyor. Hâl böyle olunca gurur, kibir, böbürlenme gibi duyguları "zehirli bal" sayıyor ve egoya dayalı bütün başarı taleplerini elinin tersiyle itiyor. Bu duygu ve düşünceyi çözemeyen ne Gülen'i anlayabilir ne de onun hizmet davetine icabet edenleri. Anlamak şöyle dursun; bazen de genel anlayışın dar kalıpları içinde meseleye yanlış yerden bakanlar da olur. Zannedilir ki her şey iktidar mücadelesi çerçevesinde dönüp duruyor. Bu çok büyük bir hatadır.
Siyasetin Gülen'in nazarındaki değeri
Daha açık söylemem gerekirse: Dünyayı siyasi değişimlerin kriterleriyle algılayanlar, ya da sosyal dönüşümleri sadece iktidar kavgası doğrultusunda yorumlayanlar Fethullah Gülen'i anlayamaz. Bilemez ki siyasi manada olmak ya da olmamak anlamına gelen bir başarının Gülen'in gözünde zerre kadar değeri bulunmamakta. Tumturaklı cümlelerin ardına sığınan ve her şeyi siyasi başarılar çerçevesinde değerlendiren siyaset yorumcuları, şu felsefeye mana verebilir mi: "Bizim çizgimiz bellidir. Bizim en büyük vazife ve misyonumuz kulluktur. Başkalarının medh-u senaları, o medh-u senaların hakkımızda biçtiği makamlarda gözümüz yoktur." (Prizma 3, 1999 / s. 10)
Bir insanın, o insanla kaderi örtüşmüş bir davanın hayat felsefesini anlamadan; hatta anlama gayretine bile girmeden, hiçbir doğru analiz yapılamaz. Gülen "Ben" demeyi defalarca 'şirk' diye niteliyor. Dinin özü de budur. Şirkin daha alt bir katmanına girerek, "Biz" demeyi de kendine ve sevenlerine haram sayıyor. Üstelik bunları temellendirmek için Kur'an'dan deliller getiriyor, Asr-ı Saadet'ten çarpıcı örnekler sıralıyor. Yazdığı kitapların, yaptığı konuşmaların merkezindeki baş gündem insanın hayatın manasını çözmesi, Allah'ı tanıması, benlik davasından vazgeçmesi... Bu telkinlerin dindeki yeri aşikâr. İslam'a göre Allah'a kul olan, başka hiçbir şeye kul olmaz. Allah'tan korkan başka hiçbir şeyden korkmaz, Allah'tan yardım dileyen başka hiçbir şeyden yardım dilemez...
Şimdi siz hayata bu zaviyeden bakan bir insanı, "kendini gösterme", "iktidarı ele geçirme", "her şeye hükmetme" gibi siyasî terim ve kavramlarla anlamaya çalışırsanız daha yolun başında tıkanıp kalırsınız.
Hocaefendi, çok çarpıcı bir tespitte bulunuyor: "Dünya yaratıldığı günden bu yana çağımızda görüldüğü ölçüde mürailik (riyakârlık) olmamıştır. Çünkü günümüzde riyaya sevk eden faktörler pek çok: Ödüller, plaketler, alkışlar, övgüler, yarışlar, maratonlar, millî gururlar, şahsî gururlar, cemaat gururları... O kadar ki Allah'ı hiç hesaba katan yok gibi..." (Amerika'da Bir Ay, 2001 / s. 183)
Önerdiği nedir Hocaefendi'nin: "Benliği nefyetmek ve bunu çokça vurgulamak gerekir. Hiçlik o kadar sık, o kadar aklî ve mantıkî vurgulanmalı ki insan, başarının şahikalarında ve zafer sarhoşluğu içinde dolaştığı anlarda bile, 'Ben yaptım, ben ettim, ben başardım' gibi şirk kokan şeytanî mırıltılarla İlahî inayetlere sahip çıkmasın." (Fasıldan Fasıla, Benlik Girdabı, 2001 / s. 47-48)
Tam bu noktada akla şöyle bir soru geliyor: "Bu kadar iç derinliğe önem veren, Allah'la irtibatı her meselenin önüne alan bir dava, siyasetle yakından ilgilenir mi? İlgilenirse o iç derinliği kaybeder mi?" Bu sorunun cevabını bulmak isteyenlerin öncelikle ellerindeki seküler mezraları, o mikyasların çizgileriyle oluşturulmuş ithal kavramları, o tek yanlı kavramların sadece Batı örneği üzerinden ürettiği hükümleri bir kenara bırakması gerekiyor. İkilem içinde sıkışmışlık, kendi ruh dünyamızın tarihî tecrübelerinden uzak kalmamızla birleşince insanın kendi içine yaptığı seyahat de anlaşılmıyor, dış dünyadaki gelişmelere ilgi ve müdahale şekli de.
Hocaefendi'yi doğru anlamak
Daha açıkçası, İslamî değerler öyle altüst olmuş ve seküler dayatma şuuraltımızı o kadar kan revan içinde bırakmış ki pek çok insan, Müslüman'ı "Ya siyasî parti kur destekle; yahut git dağ başında inzivanı yaşa" refleksleriyle baş başa bırakıyor. Peki, iç dünyanda Sidretü'l Münteha'ya doğru hicret edecek bir murakabe, muhasebe yapılırken; diğer yandan memleket meselelerine, dünya dengelerinin değişim ve 'dönüşümüne katkı sağlanamaz mı? Bu soruya "Hayır!" diye cevap verenler sadece seküler dayatmanın muhkem bir kaziye haline gelmesini sağlamıyor, aynı zamanda İslam'ın kendi orijinal bakış açısını bir kenara itiyor.
Hazret-i Peygamber (sas) kadar iç seyahatini Rabb'in iradesine veren ve kulluğun şahikasını yaşayan bir beşer çıkmadı; çıkmayacak da. Ancak O (sas), hem gözyaşları içinde Rabb'ine teveccüh ediyor, "Ben Rabb'ime çok şükreden bir kul olmayayım mı?" diyor, hem de yeryüzünün kutsî mesajlarla aydınlanması için krallara mektuplar yazıp o gün için tahayyül bile edilemeyen ülke ve beldelere mürşit gönderiyordu. Bu ilk kanat çırpışın oluşturduğu denge nedeniyle İslam'da ruhbanlık sınıfı oluşmadı. Çünkü din, hep hayatın içinde kaldı; dozunu, tonunu ayarlamada ilk öncüler örnek teşkil etti. O, hayattan soyutlandığında da değer yargıları altüst oldu. Dini, siyasî amacı uğruna yanlış kullanarak iktidar sevdasına kapılanlar da oldu kimi zaman. Ancak bu teşebbüsler ma'şeri vicdanda iz bırakacak bir süreklilik kazanamadı. Çünkü dinin kendi ahkâmı, disiplini ve tecrübî misali o tür emellere izin vermedi.
Hocaefendi'yi doğru anlamak için İslamî referansları doğru anlamak gerekiyor. Çünkü o kaynaklar insanı her şeyden önce Yaratıcı'sıyla karşı karşıya getiriyor. Hayatın biricik sebebi ve asıl hikmeti bu! Şayet bu hikmet doğru kavranabilmişse insanın dünyaya bakışı, olaylara bakışı başka bir şekil alıyor. Hayatın her alanında (bilimde, sanatta, ticarette, siyasette... vs.) var olmak, ille de onun rüzgârlarına kapılmak anlamına gelmez. Mesela siyaset üstü kalarak da siyasetle meşgul olabilirsiniz. Bunun manası şudur: Ülke ve dünyanın kaderini etkileyecek gelişmelere sivil toplum duyarlılığı içinde alaka duyar, orada bir rol alabilir; hatta o noktada öncü olabilirsiniz.
Gülen'in önerdiği yol
Bu, siyasi çarkların arasında büzüşüp kalmak demek değildir. Tabii ki bir şartla: Siyasetten dünyevî bir beklenti içinde değilseniz. Doğrudan siyaset yapmanın ölçüleri farklıdır; bu tercihi yapanlara da saygı duyulmalıdır; ancak mesaisini imana teksif edenlerin meseleye bakışını ve tercihlerini de doğru anlamak gerekir. Bütün bu ikbal sevdasına tenezzül etmeden siyasetin sıcak hadiseleriyle yüzleşmek ve bunu yaparken de kendi ruh dünyanızdan bir milim taviz vermemek mümkün mü? Elbette. Hocaefendi'nin (anladığım kadarıyla) önerdiği yol da budur. Hiçbir ikbal davasına kapılmayacaksın, "ben" ya da "biz" gibi ancak Firavun ağzına yakışan böbürlenmelere boyun eğmeyeceksin; ancak etrafta yaşanan ve insanlığın kaderine etki edecek gelişmeler karşısında da (fert olarak da topluluk olarak da) bigâne kalmayacaksın.
Mehmet Gündem, Milliyet Gazetesi için yaptığı röportajda (29 Ocak 2005), "Vasiyetiniz var mı?" diye soruyor. Cevap düşündürücü, sadece konumuzla ilgili kısmını alıyorum: "Arkadaşlar evvel ahir (ne şimdi ne de daha sonra) idareye asla talip olmasınlar, siyasete girmesinler, dünya saltanatı ve debdebesi ayaklarının önüne kadar gelmiş olsa bile, beni seven ve tavsiyelerimi kabul eden arkadaşlarım, elinin tersiyle onu itmekte tereddüt etmesinler. Başkaları anlamasa da Allah rızası desinler..."
Yukarıdaki net ifadelerine (ki bu ifadelerin benzerini bütün eserlerinde bulmak mümkün) rağmen Hocaefendi'yi ve "Gülen Hareketi"ni siyasî bir partiymiş gibi düşünmek tarihî bir yanılgıdır. Bu hareket ne siyasî bir projenin yansımasıdır ne de herhangi bir siyasî oluşumun parçası. Bu gerçeğe rağmen, "Madem öyle niye siyasî gelişmelere bu kadar ilgilisiniz?" demek, "Git mağarada yaşa!" gibi kaba saba bir tutum olduğu kadar; "Madem siyasî mülahazalarınız var, o zaman parti kur!" demek de seviyesiz bir yaklaşımdır. Ruh saffeti ve kalp ahengi üzerine kurulu bir düşünce, hayatın her kademesinde varsa hayatiyetini sürdürebilir. İnsanı, kendi özüne davetle yola çıkmış bir sosyal hareketi bir siyasî parti haline getirmek de yanlıştır, onu siyasetten soyutlamak da. Önemli olan, kendi olarak kalabilmek ve o duruş içinde hayatın her alanında ufuk açıcı bir dinamizm oluşturmaktır. İnce, hassas ve titiz bir denge bu. O dengeyi tutturmak, hayata verilen anlamı doğru okumaya bağlıdır. Bunu okuyamazsanız (içeriden de dışarıdan da) bir hareketi çözümleyemez; üstelik tarihe yanlış not düşmekten kurtulamazsınız.
Bu yazı CumaErtesi ekinde yayınlanmıştır.
e.dumanli@zaman.com.tr
Resmi tamamlamak durumundasınız çünkü. 'Siyaset ve âlimler' diye başladık. Geçmiş çağlarda yaşayan ulemadan örnekler verdik. Sonra söz çağdaş bir düşünür olan Bediüzzaman'a geldi dayandı. Daha da güncel bir noktaya vardığımızda karşımıza Fethullah Gülen Hocaefendi'nin siyasete bakışı çıktı. Bazı alıntılar eşliğinde yapacağımız anlama gayreti daha önceki yazılarla birlikte okunmalı ki bir anlam ifade edebilsin.
"Vasiyetim olsun..." diye başlıyor söze Fethullah Gülen. Ve ekliyor: "Elinizden geldiğince çevrenizi kendi benliğinden, egosundan uzaklaştırmaya çalışın. Eğer bir gün o ideal nesil, ütopyalarda resmedilen nesil, isbat-ı vücut edecekse, o, bencilliği olmayan, 'ben' davasından geçmiş, 'ene'yi bırakmış, hatta şirkin en hafifi olan 'biz'i de aşarak, 'Hüve'de/'O'nda tevhidi yakalamış, 'ene'yi yırtıp, 'Hüve'yi göstermiş nesil olacaktır." (Amerika'da Bir Ay, 2001 / s. 183)
Yukarıdaki paragrafın üzerinde ciddiyetle durmak gerekiyor ki Fethullah Gülen doğru anlaşılabilsin. Her şeyden önce bir insan, "Vasiyetim olsun..." diyerek bir şey söylüyorsa o sözün ağırlığı üzerinde düşünmek gerekiyor. Allah uzun ve sağlıklı ömürler versin. Bu sözle kuvvetlendirilen cümle, "Aman dikkat! Hayatımın en büyük emanetini sizlerle paylaşıyorum." anlamına geliyor ki, o cümleye bir hayat felsefesi sıkıştırılıyor.
Hocaefendi benzer bir ifadeyi Fasıldan Fasıla (1997) adlı kitabın birinci cildinde de, şöyle ifade ediyor: "Şayet üç cümle söylemeye mecalim kalsa ve benden son tavsiyen nedir diye sorulsa, zannederim söyleyeceklerim yine bu irtibata dikkat çeken ifadelerim olacaktır. Çünkü bana göre en önemli mesele budur... Diğer meselelerin bütünü buna nispeten tali sayılır."
İşte Fethullah Gülen'in dünyaya bakışı budur. O, her meselenin özüne Allah'ı tanımayı, yani marifeti, yerleştiriyor. Hâl böyle olunca gurur, kibir, böbürlenme gibi duyguları "zehirli bal" sayıyor ve egoya dayalı bütün başarı taleplerini elinin tersiyle itiyor. Bu duygu ve düşünceyi çözemeyen ne Gülen'i anlayabilir ne de onun hizmet davetine icabet edenleri. Anlamak şöyle dursun; bazen de genel anlayışın dar kalıpları içinde meseleye yanlış yerden bakanlar da olur. Zannedilir ki her şey iktidar mücadelesi çerçevesinde dönüp duruyor. Bu çok büyük bir hatadır.
Siyasetin Gülen'in nazarındaki değeri
Daha açık söylemem gerekirse: Dünyayı siyasi değişimlerin kriterleriyle algılayanlar, ya da sosyal dönüşümleri sadece iktidar kavgası doğrultusunda yorumlayanlar Fethullah Gülen'i anlayamaz. Bilemez ki siyasi manada olmak ya da olmamak anlamına gelen bir başarının Gülen'in gözünde zerre kadar değeri bulunmamakta. Tumturaklı cümlelerin ardına sığınan ve her şeyi siyasi başarılar çerçevesinde değerlendiren siyaset yorumcuları, şu felsefeye mana verebilir mi: "Bizim çizgimiz bellidir. Bizim en büyük vazife ve misyonumuz kulluktur. Başkalarının medh-u senaları, o medh-u senaların hakkımızda biçtiği makamlarda gözümüz yoktur." (Prizma 3, 1999 / s. 10)
Bir insanın, o insanla kaderi örtüşmüş bir davanın hayat felsefesini anlamadan; hatta anlama gayretine bile girmeden, hiçbir doğru analiz yapılamaz. Gülen "Ben" demeyi defalarca 'şirk' diye niteliyor. Dinin özü de budur. Şirkin daha alt bir katmanına girerek, "Biz" demeyi de kendine ve sevenlerine haram sayıyor. Üstelik bunları temellendirmek için Kur'an'dan deliller getiriyor, Asr-ı Saadet'ten çarpıcı örnekler sıralıyor. Yazdığı kitapların, yaptığı konuşmaların merkezindeki baş gündem insanın hayatın manasını çözmesi, Allah'ı tanıması, benlik davasından vazgeçmesi... Bu telkinlerin dindeki yeri aşikâr. İslam'a göre Allah'a kul olan, başka hiçbir şeye kul olmaz. Allah'tan korkan başka hiçbir şeyden korkmaz, Allah'tan yardım dileyen başka hiçbir şeyden yardım dilemez...
Şimdi siz hayata bu zaviyeden bakan bir insanı, "kendini gösterme", "iktidarı ele geçirme", "her şeye hükmetme" gibi siyasî terim ve kavramlarla anlamaya çalışırsanız daha yolun başında tıkanıp kalırsınız.
Hocaefendi, çok çarpıcı bir tespitte bulunuyor: "Dünya yaratıldığı günden bu yana çağımızda görüldüğü ölçüde mürailik (riyakârlık) olmamıştır. Çünkü günümüzde riyaya sevk eden faktörler pek çok: Ödüller, plaketler, alkışlar, övgüler, yarışlar, maratonlar, millî gururlar, şahsî gururlar, cemaat gururları... O kadar ki Allah'ı hiç hesaba katan yok gibi..." (Amerika'da Bir Ay, 2001 / s. 183)
Önerdiği nedir Hocaefendi'nin: "Benliği nefyetmek ve bunu çokça vurgulamak gerekir. Hiçlik o kadar sık, o kadar aklî ve mantıkî vurgulanmalı ki insan, başarının şahikalarında ve zafer sarhoşluğu içinde dolaştığı anlarda bile, 'Ben yaptım, ben ettim, ben başardım' gibi şirk kokan şeytanî mırıltılarla İlahî inayetlere sahip çıkmasın." (Fasıldan Fasıla, Benlik Girdabı, 2001 / s. 47-48)
Tam bu noktada akla şöyle bir soru geliyor: "Bu kadar iç derinliğe önem veren, Allah'la irtibatı her meselenin önüne alan bir dava, siyasetle yakından ilgilenir mi? İlgilenirse o iç derinliği kaybeder mi?" Bu sorunun cevabını bulmak isteyenlerin öncelikle ellerindeki seküler mezraları, o mikyasların çizgileriyle oluşturulmuş ithal kavramları, o tek yanlı kavramların sadece Batı örneği üzerinden ürettiği hükümleri bir kenara bırakması gerekiyor. İkilem içinde sıkışmışlık, kendi ruh dünyamızın tarihî tecrübelerinden uzak kalmamızla birleşince insanın kendi içine yaptığı seyahat de anlaşılmıyor, dış dünyadaki gelişmelere ilgi ve müdahale şekli de.
Hocaefendi'yi doğru anlamak
Daha açıkçası, İslamî değerler öyle altüst olmuş ve seküler dayatma şuuraltımızı o kadar kan revan içinde bırakmış ki pek çok insan, Müslüman'ı "Ya siyasî parti kur destekle; yahut git dağ başında inzivanı yaşa" refleksleriyle baş başa bırakıyor. Peki, iç dünyanda Sidretü'l Münteha'ya doğru hicret edecek bir murakabe, muhasebe yapılırken; diğer yandan memleket meselelerine, dünya dengelerinin değişim ve 'dönüşümüne katkı sağlanamaz mı? Bu soruya "Hayır!" diye cevap verenler sadece seküler dayatmanın muhkem bir kaziye haline gelmesini sağlamıyor, aynı zamanda İslam'ın kendi orijinal bakış açısını bir kenara itiyor.
Hazret-i Peygamber (sas) kadar iç seyahatini Rabb'in iradesine veren ve kulluğun şahikasını yaşayan bir beşer çıkmadı; çıkmayacak da. Ancak O (sas), hem gözyaşları içinde Rabb'ine teveccüh ediyor, "Ben Rabb'ime çok şükreden bir kul olmayayım mı?" diyor, hem de yeryüzünün kutsî mesajlarla aydınlanması için krallara mektuplar yazıp o gün için tahayyül bile edilemeyen ülke ve beldelere mürşit gönderiyordu. Bu ilk kanat çırpışın oluşturduğu denge nedeniyle İslam'da ruhbanlık sınıfı oluşmadı. Çünkü din, hep hayatın içinde kaldı; dozunu, tonunu ayarlamada ilk öncüler örnek teşkil etti. O, hayattan soyutlandığında da değer yargıları altüst oldu. Dini, siyasî amacı uğruna yanlış kullanarak iktidar sevdasına kapılanlar da oldu kimi zaman. Ancak bu teşebbüsler ma'şeri vicdanda iz bırakacak bir süreklilik kazanamadı. Çünkü dinin kendi ahkâmı, disiplini ve tecrübî misali o tür emellere izin vermedi.
Hocaefendi'yi doğru anlamak için İslamî referansları doğru anlamak gerekiyor. Çünkü o kaynaklar insanı her şeyden önce Yaratıcı'sıyla karşı karşıya getiriyor. Hayatın biricik sebebi ve asıl hikmeti bu! Şayet bu hikmet doğru kavranabilmişse insanın dünyaya bakışı, olaylara bakışı başka bir şekil alıyor. Hayatın her alanında (bilimde, sanatta, ticarette, siyasette... vs.) var olmak, ille de onun rüzgârlarına kapılmak anlamına gelmez. Mesela siyaset üstü kalarak da siyasetle meşgul olabilirsiniz. Bunun manası şudur: Ülke ve dünyanın kaderini etkileyecek gelişmelere sivil toplum duyarlılığı içinde alaka duyar, orada bir rol alabilir; hatta o noktada öncü olabilirsiniz.
Gülen'in önerdiği yol
Bu, siyasi çarkların arasında büzüşüp kalmak demek değildir. Tabii ki bir şartla: Siyasetten dünyevî bir beklenti içinde değilseniz. Doğrudan siyaset yapmanın ölçüleri farklıdır; bu tercihi yapanlara da saygı duyulmalıdır; ancak mesaisini imana teksif edenlerin meseleye bakışını ve tercihlerini de doğru anlamak gerekir. Bütün bu ikbal sevdasına tenezzül etmeden siyasetin sıcak hadiseleriyle yüzleşmek ve bunu yaparken de kendi ruh dünyanızdan bir milim taviz vermemek mümkün mü? Elbette. Hocaefendi'nin (anladığım kadarıyla) önerdiği yol da budur. Hiçbir ikbal davasına kapılmayacaksın, "ben" ya da "biz" gibi ancak Firavun ağzına yakışan böbürlenmelere boyun eğmeyeceksin; ancak etrafta yaşanan ve insanlığın kaderine etki edecek gelişmeler karşısında da (fert olarak da topluluk olarak da) bigâne kalmayacaksın.
Mehmet Gündem, Milliyet Gazetesi için yaptığı röportajda (29 Ocak 2005), "Vasiyetiniz var mı?" diye soruyor. Cevap düşündürücü, sadece konumuzla ilgili kısmını alıyorum: "Arkadaşlar evvel ahir (ne şimdi ne de daha sonra) idareye asla talip olmasınlar, siyasete girmesinler, dünya saltanatı ve debdebesi ayaklarının önüne kadar gelmiş olsa bile, beni seven ve tavsiyelerimi kabul eden arkadaşlarım, elinin tersiyle onu itmekte tereddüt etmesinler. Başkaları anlamasa da Allah rızası desinler..."
Yukarıdaki net ifadelerine (ki bu ifadelerin benzerini bütün eserlerinde bulmak mümkün) rağmen Hocaefendi'yi ve "Gülen Hareketi"ni siyasî bir partiymiş gibi düşünmek tarihî bir yanılgıdır. Bu hareket ne siyasî bir projenin yansımasıdır ne de herhangi bir siyasî oluşumun parçası. Bu gerçeğe rağmen, "Madem öyle niye siyasî gelişmelere bu kadar ilgilisiniz?" demek, "Git mağarada yaşa!" gibi kaba saba bir tutum olduğu kadar; "Madem siyasî mülahazalarınız var, o zaman parti kur!" demek de seviyesiz bir yaklaşımdır. Ruh saffeti ve kalp ahengi üzerine kurulu bir düşünce, hayatın her kademesinde varsa hayatiyetini sürdürebilir. İnsanı, kendi özüne davetle yola çıkmış bir sosyal hareketi bir siyasî parti haline getirmek de yanlıştır, onu siyasetten soyutlamak da. Önemli olan, kendi olarak kalabilmek ve o duruş içinde hayatın her alanında ufuk açıcı bir dinamizm oluşturmaktır. İnce, hassas ve titiz bir denge bu. O dengeyi tutturmak, hayata verilen anlamı doğru okumaya bağlıdır. Bunu okuyamazsanız (içeriden de dışarıdan da) bir hareketi çözümleyemez; üstelik tarihe yanlış not düşmekten kurtulamazsınız.
Bu yazı CumaErtesi ekinde yayınlanmıştır.
e.dumanli@zaman.com.tr
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)