30 Nisan 2008 Çarşamba

Jan Dark

Fransa,en hayati merkeziyle, İngilizlerce istila edilmiştir. Hiç ümit yok … Halk ezgin,kral şaşkın,ruh ölgün … Ne çıkarsa,böyle zamanlarda çıkar. Bir köylü kızı … Ruhi bir hastalık mıdır.garip bir vecd hali midir,nedir bilinmez… İçinde, Fransa’nın kurtarıcısı olaçağına dair bir ilham ve gaipler aleminde temasta olduğu zannı... Ne olursa olsun,bir atılır kalabalıklara ve FRANSA'yı kurtarır.Sonucunda da,-bir çok (aksiyon)cunun encamı olduğu gibi-onu ateşte yakarlar. N.F.KISAKÜREK:SAHTE KAHRAMANLAR sayfa:133

RÖNESANS

Rönesans hareketi… Bu ,Müslümanlık davası güdenlerin,üstünde en çok durmaya mecbur oldukları bir iştir. Çünkü Rönesans bizim eserimiz olmalıydı. Niçin garplıların eseri olmuştur? Evvela Rönesans (Hümanist)lerin bir kültür meselesi, fakat izah edeyim . Bizde birçok muharrir hümanizm nedir bilmez. İnsaniyetçilik mezhebi zannederler onu. Kahkaha ile gülmek lazım hümanistler ilk yunan metinlerini tercüme eden ve ilk membaın ışıklarını veren arayıcılardır. Yunan metinlerini nerden bulacaklar? Roma yunanı mahvetmiş,barbarlar da Roma’yı silmiştir. HÜMANİSLER bu iki medeniyete ulaştırıcı vesikaları Araplardan almışlardır. Araplar bütün eski Yunan eserlerini bulup tercüme etmişlerdi. Ve Yunan eserleri Arapçaya intikalden sonra Rönesans hareketiyle tekrar garp dillerine döndürülmüş ve asıllarına ulaştırılmıştır. Buradan anlayın hümanistlerin ne olduğunu.N.F.KISAKÜREK:SAHTE KAHRAMANLAR Sayfa:133

CENGİZ HAN

Der ki CENGİZ :“Bir çivi bir nalı,bir nal bir tırnağı,bir tırnak bir ayağı,bir ayak bir atı,bir at bir kumandanı,bir kumandan da bir milleti mahveder…”
Netice: Bir çivi bir milleti mahveder … (aksiyoncunun ) nizam görüşünü ve hadiselere bakışını görün!

MAYMUN HALİ

Avrupalıların MAYMUN avlamakta bir usulleri var : gidiyorlar MAYMUNLARIN TOPLU bulunduğu bir orman köşesine yeri kazıyorlar. Testi gibi,boğazı dar bir şey gömüyorlar toprağa ve içine fındık dolduruyorlar . Sonra ellerini sokuyorlar küpe,fındığı alıp bırakıyorlar . Maymun ağaçlardan bakıyor,ne yapıyorlar diye … Avcılar tekrar gösterip,gidiyorlar. Maymun iniyor ağaçtan elini sokuyor, fındığı alıyor , avucu şişiyor,çekiyor çıkaramıyor. Bırakmayı da düşünemiyor ve canlı canlı yakalanıveriyor.işte garbın bizi yakalaması böyle olmuştur! Tanzimat devri sonrası da bu misalin içine girer. Ayrıca tek tek misal vermeye lüzum yok.! Hep budur,daima budur. N.F.KISAKÜREK:SAHTE KAHRAMANLAR S:123

29 Nisan 2008 Salı

ADNAN MENDERES

N.F.K ISAKÜREK’in cinnet mustatili sayfa:290

“Adnan bey, daima olduğu gibi, bir mahkûm sandalyesinden farksız, şahane tahtı üzerinde bütün bu olanları zarif bir tebessümle karşılıyor ve içine, ne olduğu anlaşılmaz bir takım hisleri gömmekle kalıyor.”
Sayfa:295”mahkum sandalyesinden farksız şahane tahtında oturan iktidar adamının ruhundaki iktidarsızlık ukdesinden kuvvet almaktadır.”
REİSİN, şahitten ziyade suçluya yaraştırırcına sorduğu ilk sual:
-gençlik sizin aleyhinize; ne dersiniz?
-hangi gençlik? Mahalle aralarında bando mızıka geçerken önünde ve arkasında giden sümüklü kopillere meydan yerlerini doldurucu zamane çocukları mı? Yoksa 32 dişini birbirine gömmüş ve her biri köşeye çekilmiş ıstırapla susan, milyonluk, mukaddesatçı Anadolu gençliği mi? Bunlardan hangisi benim aleyhime, hangisi lehime söyleyeyim mi?
-hayır, söylemeyiniz!
Reisin gerekli cevabı aldıktan sonra netice hükmüne bağlamasını istemediği manasına bu “hayır”ihtarı gayet manalıdır ve her defa tekrarlanacaktır.
-Büyük gazeteler de aleyhinize… Ne dersiniz?
-“Büyük gazete”den murat nedir? Tiraj sağlamak için işi fuhuş albümcülüğüne döken baldırbacak gazeteleri mi?
-Hayır
Sual:
-Sizin için din istismarcısı diyorlar, ne dersiniz?
-Sizi tenzih ederek arz edeyim ki. Reis beyefendi, din gayreti gösterenlere istismarcılık izafe etmekten daha feci ve şeni bir mefhum istismarı olamaz. SU eritir, ateş yakar, yani keyfiyetini icra eder, istismar etmez… Dindar içinde aynı şey… İstismarın ilk şartı ve kanunu samimiyetsizliktir. İmanın ilk şartı ve kanunu da ihlâs ve samimiyet olduğuna göre müminlere böyle bir isnat, minareye kuyu demek kadar abestir ve tabir hokkabazlığıyla hamakat istismarının ve fikir iffetsizliğinin ta kendisidir. Misaller izah edeyim mi?
-Hayır!
Cinnet mustatili sayfa:302
(Adnan Menderes’gizli konuşurken).
-N.F.KİSAKÜREK:-YOL NEDİR
-Madde imarından evvel ruh kalkınması…
-Usul nasıldır ve isnat neyedir
-Usul, ideal sahibi insanlara mahsus en sert gözü karalılıktır ve isnat, millettir.
Haklı cüret, imanlı cesaret, dava sahibi cesaret ve köklere kadar inmeyi bilen samimiyet; işte demokrat partinin mahrum olduğu hassalar.
Bütün bu hayati problemleri ortaya atıyorum ve sözlerimin birçok yerinde hoşa gitmediğimi anladığım halde tonumu düşürmüyorum:
-Herhalde nazarınızdan kaçmamıştır, beyefendi:1959 büyük doğu’larında hakkınızda iki yazım çıktı. ”YA OL, YA ÖL!” VE “1960 son vade …” Sizin nasibiniz, alelade, seri malı Başvekillik şartlarına uymaz. Size iktidarın yolunu açan kader, ya olmanızı yahut ölmenizi amirdir. Ya öldürüleceksiniz yahut öldüremedikleriniz tarafından öldürüleceksiniz!

Sanki N.F.K ISAKÜREK’in cinnet mustatili eseri hala yaşanıyor

Tarih farklı sadece
N.F.K ISAKÜREK’in cinnet mustatili sayfa:14

Çalışma günü olmadığı halde dindar muhasebeci geldi. Biraz dertleştik. Bu adamda beni çok sevdiğini saklayan, adeta belirtmekten korkan bir hal var… Ah biz;bizim halimiz! Mazlumlukta bu kadar da derinlere inilir mi? Biz indikçe karşı taraf, uzattıkça uzatıyor iten ayaklarını…
Tamamen kanuni haklarımız önünde nefes almak kadar tabii bir hareketçiği bile CİNAYET SAYDIRIYORLAR. ORTALIĞA hâkim sürüye galip, birkaç yaygaracı şirret yüzünden bir(katakomp) hayatı yaşıyoruz. İster istemez boşlukta mekân işgal etme hassasına malik olduğumuz için, biz 25 milyon Türk, bu 2,5 kişiden adeta af dilemek mevkiindeyiz. Bu halimizi görmüyorlar da, bizi irticai ayaklandırmakla suçlandırıyorlar. Hayır, efendim; asıl siz küfrü ayaklandırmak ve Müslümanları büsbütün ezdirmek için bahane arıyor ve buluyorsunuz! İSA peygamberin hak yolu zamanında ROMALI (TİRANLAR) neyse, şimdi bizim karşımızda da bazı gazetelerin açtığı hava o… Ş U FARKLA ki Romalılar, İSA dininde kendi batıl inanışlarına karşı bir tecavüz görüyorlardı. O, kendilerine karşı ani ve semavi bir zuhurdu. Bizimkilerse, hiçbir inanışa bağlı olmayan ve kendi öz kaynağını yıkmak isteyen M Müslüman isimli şahıslar… Bunlar (neron)un aç arslanlarına karşılık, tok doymak bilmez sırtlanlar halinde üzerimize atılıyor ve kalplerimizi didik didik ediyor. Ne şuradan ne buradan üzerimize hiçbir müdafaa eli uzanmıyor. Kurucusunun dediği gibi, “BU DİN GARİP GELMİŞDİR, GARİP GİDECEKTİR.”İLLET, KILLET, ZİLLET… YA hastayızdır ya pulsuzuzdur yahut dünyanın hareketi üzerimizedir. Bu üç hassa, ufak-tefek istisnalar bir tarafa çoktan beri gerçek MÜSLÜMANLARIN vasfı… Düşünüyorum da. Şu hassalara bugünkü kadar nail olduğum hiçbir zaman olmadığını görüyorum. Üçü birden üzerimde üçü birden ensemde…
Aslında bize değil, küfre ait olan bu vasıflar, bir türlü yolumuzu bulamamaktan, hakkımızı arayamamaktan, memuriyetimizi yerine getirememekten, ALLAHIN sırtımıza bindirdiği yük… Belaların belasını çekiyor, İMTİHANLARIN İMTİHANINI veriyoruz.


RABİA-İ ADEVİYYE

- Evliya hanımların ablası sayılan Râbia-i Adeviyye’nin evine bir gece hırsız girer. Bakar ki, yaşlı Râbia namazda. Ondan istifade ile evin her tarafını araştırır; ama eline bir şey geçmez. Çünkü Rabia’nın evinde gerçekten de hırsıza yarayacak dünya malı yoktur. Bu sırada namazını bitiren Rabia Hanım, eli boş dönecek olan hırsıza seslenir:
- Ey Allah’ın ihtiyaçlı kulu! Der, kusuruma bakma, sana yarayacak eşyam yoktur. Seni büsbütün eli boş göndermemek için diyorum ki: Ne olur, kapının arkasındaki ibrikten bir abdest alıp iki rekât namaz kıl da, büsbütün eli boş dönme Rabia’nın evinden!.. İhlâsla söylenen bu sözden etkilenen hırsız hemen oracıkta abdest alır, namaza durur ve secdeye kapanır.
İşte o sırada ellerini açıp dua eden Rabia:
- Ya Rabbi der, ben verecek bir şey bulamayıp senin kapına gönderdim. Hiç olmazsa senin kapından boş dönmesin bu ihtiyaç sahibi.. O sırada pırıl pırıl gözyaşı dökmeye başlayan hırsızdan tövbe istiğfar sesleri yükselir. Bunu gören Rabia sızlanır:
- Ey Rabbim, bu ihtiyaç sahibi senin kapına ilk defa geldi, hemen kabul ettin, ama ben bunca senedir kapındayım; kabul edildiğimi hâlâ bilemiyorum. Bu sırada kulağına gelen ses şöyle fısıldar:
- Üzülme Rabia üzülme, onu da senin hatırın için kabul ettik!