25 Mart 2012 Pazar

Nasıl davır alınmalı,Değerlere Saldıranlara.

İlk anda ben de tereddüt ettim, yayılmasın fitne diyerek. Ama yayıldığını gördükten sonra. Haksızlığa karşı sükût etmek, hakka karşı bir hürmetsizliktir. Said-i Nursi efendi Hazretleri sözü gereğince sükût edilemez dedim. Ve bu saldıra saldırı olarak cevap verdim. Bunu yaparken de fırsata cevirdim şöyle ki, yanlış inançlarına bir iki ayetle cevap verdim, bu şekilde doğrusun dediler ve imanlarında ki kuşkuları da ortadan kaldırdım. Naçizane.
Bu saldırıya sükût ederek değil. Fırsat görüp dindarlar doğrusunu yazmalı idiler.
Hiçbir varlık, onu Muhammed Mustafa (s.a.v) mi hiçbir sıfatta geçemez. Her şeyin en iyisi, en güzelini yapmıştır. ALLAH’(c.c)’ın. Muradından başka bir şey yapmadı ve ayetle sabit yapamaz da. Kalbi ALLAH(c.c) tarafından tutulmuştur. Necip fazıl Kısakürek’in dediği gibi ALLAH demede ne dersen de Muhammed Mustafa (s.a.v) için.
İster 2 aylık, ister,6,9,18 yaşında nişanlansın veya evlensin, eğer Muhammed Mustafa (s.a.v) yaptığı şey doğrudur. Hikmeti nedir bilemiyorsan, kafan almıyorsa sorun sendedir Muhammed Mustafa (s.a.v) da değil.
Muhammed Mustafa (s.a.v) den merhametli, iffetli, dürüst, nefsine hâkim biri misin? Bunu soruyorsun denilmeli idi.
Kim imanlı kim, münafık, fasık, kâfir olduğu belli oldu. İmanlılar Hz. Ebu Bekir (r.a) gibi hemen ben gözüme değil Muhammed Mustafa (s.a.v)’ma inanırım doğrudur dediler.
Münafık, fasık, kâfir olanlar İslam’a kinlerini kustular.
Bir kötülük gördüğünüzde, ‘onu elimizle düzeltmek, dilimizle düzeltmek, o da olmazsa kalbimizle buğz etmek.
Şu an twitter ile yazarak düzeltmeliyiz. Tabii ki hepsi de olur. En hafifi buğz.
Delilleri:
Müşrik

"Müşrik", 'şirk' kökünden türemiştir ve 'şirk koşan' demektir. 'Müşrik', 'eşrake' fiilinin fail ismidir. Allah'a ortak koşan demektir.
Müşrik, açıktan açığa Allah' a sıfatlarında ve fiillerinde ortak koşan kimsedir. O görünüşte Allah'ın varlığını kabul etmektedir. Ama ya birden fazla ilaha inanır, ya Allah'a ait sıfatları başka ilahlara verir, ya da Allah'ın fiillerini (yaptıklarını) başka ilahların da, başka şeylerin de yapabileceğini kabul eder.
Müşrik, Kur'an dilinde iki ayrı anlama gelir. Biri açık (zahiri), diğeri de gerçek (hakiki)dir. Açıktan müşrik, çok açık bir şekilde Allah'a ortak koşan, birden fazla ilahın f olduğuna inanan kimsedir. Bu anlam açısından bakılırsa Hırıstiyan ve Yahudilere müşrik denmez. Gerçek (hakiki) müşrik, Tevhid dinini tanımayıp, İslam'ı kabul etmeyen bütün gayri müslimlerdir. Çünkü hıristıyanlar; Hz. İsa'ya, yahudiler; Hz. Uzeyr'e Allah'ın oğlu demektedirler. Onlar böyle inanmakla beraber bir Allah fikrini de kabul ederler. Onlar dışarıdan! bakınca tek Allah inancını benimseseler bile müşriktirler. (22/Hacc, 17) İslam'ın iman esaslarını' kabul etmedikleri için mutlak anlamda müşrik olurlar. Hatta Kur'an-ı Kerim, kitap ehline bazen i 'kafir' (inkarcı) bile demektedir. "Ne kitap ehlinin kafirleri ve ne de müşrikler Rabbinizden size' bir iyilik inmesini isterler." (2/Bakara, 105) "Şüphesiz 'Allah, Meryem oğlu Mesih 'tir: diyenler andolsun ki kafir olmuşlardır ... " (5/Maide, 17) "Andolsun 'Allah, üçün üçüncüsüdür' diyenler de kafir olmuşlardır. Halbuki bir tek Allah 'tan başka hiçbir ilah yoktur." (5/Maide, 73) Müşrik ile kafir arasında esasta bir fark yoktur Ancak kafirlik, müşrikliğe göre biraz daha geniştir. Kur'an-ı Kerim, Allah'a şirk koşanların da, O'nu inkar edenlerin de büyük bir sapıklık içinde olduklarını belirtiyor (4/Nisa, 116). Kafir, Allah'ı doğrudan inkar eder, müşrik ise, Allah'ın varlığına iman ettiği halde, O'nun ilahlık ve Rabb'lik sıfatlarına başkalarını da ortak eder. Allah'a şirk koşmanın küfr olduğu konusunda hiç bir şüphe yoktur. Müşrikler özellikle Allah'ın ilahlık sıfatını kabul etmemekte, bu ilahlığı başka varlıklara vermektedirler.
Şirk İnancının Ortaya Çıkması: Tevhid Dini üzerine şekillenmiş topluluklar, gerek münafıkların gerekse, haddi aşanların (bağilerin) yüzünden zayıflar ve parçalanırlar. Zaman içerisinde insanlar giderek Tevhid inancından ve İslami hayattan uzaklaşırlar. Parçalanan toplum, Tevhidden uzaklaşan insanlar başka yollara1 başka inançlara saparlar. Bazı insanlar dünya hayatını ahiret hayatına tercih ederler. Hevasına (kendi görüşüne) uyan birtakım kimseler, kendi uydurdukları dinleri veya ilkeleri din edinmeye başlarlar. Başkalarına da bu uydurma dini dayatırlar. Böylece, insanlardan bir kısmı 'müşrik' olurlar, bir ve tek olan Allah'a ibadet yerine başka ilahlara da kulluk yapma yanlışlığı ortaya çıkmaya başlar.
Nefislerine uyarak bağı olan azgınlar, Tevhid toplumunu şirk toplumuna çevirirler. Bütün insanlarda yaratılıştan ibadet, dua, sığınma isteği, kendisinden üstün saydığı varlıktan yardım istemeye duyguları vardır. Bütün toplumların, hayatlarını düzenleyici kanunları, bağlandıkları değer yargıları vardır. Tevhid toplumundaki mü'minler, tek olan Allah'a kulluk yaparlar. O'na dua ederler, O'na el açarlar. O'nun gönderdiği ilkeler doğrultusunda hayatlarını sürdürürler, toplumsal düzenlerini sağlarlar. Ancak şirk toplumlarında insanlar birden çok ilah edinirler. Kimileri kendi nefsine, kimileri tabi at güçlerine, kimileri ata ruhuna, kimileri hayvanlara, kimileri güneşe, kimileri liderlerine ilahlık özelliği verirler. Allah' a ait sıfatları ve özellikleri bunlarda ararlar.
Müşrikler, sebepleri Yaratan Allah' a değil de sebeplerin kendisinde ilahlık görürler.

Tapınmak için putlar edinirler. Putların kendilerini Allah'a yaklaştıracağını sanırlar (39/ Zümer, 3).

Müşriklerin Özellikleri: Kur'an-ı Kerim, inkarcılara bazen kafir, bazen de müşrik demektedir. Bu onların yaptıkları işlere, takındıkları tavırlara göre verilen bir isimlendirmedir. İnkar açısından ikisi arasında fazla bir fark bulunmamaktadır. Kur' an, müşrikleri tanıtırken, yalnızca Firavun'a iman edenleri, Hz. Muhammed'e karşı çıkan Mekkeli müşrikleri değil; hem onları hem de tüm zamanlar boyunca olabilecek bütün müşriklerin özelliklerini tanıtıyor. Şirkin nasıl bir şey olduğunu ortaya koyarak, insanları sakındırıyor.
Kainatın Rabbi Allah (c.c.) bütün kemal (üstün) sıfatlara sahip, bir ve tek olan, başlangıcı ve sonu olmayan, yaratıklardan hiçbirine benzemeyen, her şeyin sahibi, çok güçlü ve kudretli, emir ve hüküm sahibi olan, istediği şeyi istediği gibi yaratan, varlığı her şeyi kuşatan, yalnızca kendisine ibadet edilen tek ilah'tır. Canlıların rızkını O verir. O öldüren ve diriltendir. Mülk O'nundur. O yaratıcıdır (Halık) ve O'nun dışında her şey yaratılmış (mahluk)tır.
İşte Allah (c.c.)'a ait bu ve buna benzer sıfatları başkasına veren müşriktir. Evrende olan olayları Allah'ın yarattığını kabul etmeyip, bunların tabiat (doğa) tarafından yaratıldığına inanan müşriktir. Tabiatı veya diğer sebepleri yaratılan değil de, yaratıcı gibi kabul eden müşriktir. Yeryüzünün ve insan iradesinin dışındaki bütün oluşumlara ait tasarruf Allah'ın elindedir. Müşrikler, bu tasarruf hakkını başkalarına da verirler. Hayatın her alanına ilahi hükümler koyma yetkisi Allah'ındır. Ancak müşrikler, Allah'ın bu yetkisine saldırarak, ya kendileri adlarına, ya da başka bir insan veya put adına hüküm koyarlar.
İnsanları Allah yaratmıştır. Dolaysıyla onlar Allah'ın kullarıdır. İbadet yalnızca Allah'a yapılır. Ama müşrikler Allah'tan başkasına da kulluk yaparlar. O'nun dışındaki varlıkların da önünde tıpkı bir ilah gibi secde ederler. Kendi heva ve hevesleri doğrultusunda insanlar adına, bir ulus ve ideoloji adına hükümler/yasalar koyarlar ve bunlara kalpten bağlanır, Allah'ın hükümlerini bir tarafa atarlar. Bunlar şirk koşmaktadırlar.
Allah'ın helal ve haram ölçülerini kabul etmeyip, O'nun gönderdiği ilkeleri bir tarafa atarak, kendi arzusuna göre helal ve haram ölçüleri koyanlar; insanların, partilerin, devletlerin veya örgütlerin koyduğu haram ve helal ölçülerini kabul edenler müşrik olurlar. Bir insanın, bir örgütün, bir ideolojinin görüşlerini, hükümlerini Allah'ın hükümlerinden daha doğru, daha çağdaş, daha iyi bulanlar, Allah yerine başka ilah tanımış olurlar (9/Tevbe, 31). Allah'a ait görme, haberdar olma, mutlak anlamda ilahi yardım yapma, günahları affetme, gözetleme gibi sıfatları varlıklara veya insanlara verenler müşrik olmuşlardır. Söz gelimi, bağlanılan şeyhlerin çok uzak yerlerden öğrencilerini (müridlerini) evlerinin içinde bile gördüğünü, ibadet veya zikirleri ancak şeyhlerin Allah'a ulaştırabileceğini, şeyhlerin diledikleri yere diledikleri zaman gidebileceklerini, istedikleri zaman keramet gösterebileceklerini kabul etmek, şüphesiz ki şirke çok benzemektedir.
Ölmüş veya yaşayan kimi insanların ilkelerini mutlak hüküm ve ilke saymak, onların görüşlerini en üstün, hatta Allah'ın ayetlerinden daha yüce saymak, ölünün mezarı başına gidip, ona hesap vermek şirkin, yani Allah'a ortak bulmanın ta kendisidir. çünkü Allah'a ait sıfatlar bir ölümlü ye veya ölmüşe verilmektedir. Tekrar edelim ki, ister bir başka insanın, ister insanın kendi hevasının, ister bir grubun, isterse bir coğrafyanın olsun; Allah'ın ilahlığına ait bir özelliği onlarda görmek, onlarda da aynı özelliklerin var olduğuna inanmak şirktir. Bunu yapanlar da müşriktirler. İslam ülkelerinde bazı adamlar, müslümanlık iddia etmelerine rağmen, batı dünyasından gelen bütün fikirleri, bütün ölçüleri en üstün sayarlar. Onlara, 'bakınız Allah’ımız şöyle buyuruyor' denildiği zaman, "o din işi", "o ayrı" ayrı derler.
Görüldüğü gibi müşriklik, inkarcılıktan çok, Allah var denildiği halde, Allah' a benzer ilahlar bulmanın, O'na ait özellikleri varlıklara da verip onları da Allah gibi üstün tutmanın adıdır. İslam'ın mücadele ettiği en önemli inkar işte bu şirk anlayışıdır. İslam geldiği zaman Mekkeliler tanrısız değillerdi. Evreni Allah'ın yarattığını, rızkı O' nun verdiğini kabul ediyorlardı. Ama O'na putları ortak ediyor, başka şeylere kulluk yapıyorlardı (31/Lokman, 25). Günümüzde müslümanların sakınması gereken temel tehlike budur.
Kur'an-ı Kerim, müşriklere ait bazı özel durumlara da dikkat çekmektedir: Şirk en büyük zulümdür, öyleyse müşrikler aynı zamanda zalimdirler (31/Lokman, 13). Müşrikler, gerçek ilme değil; zanna (sanrıya, tahmin ve teorilere) uyarlar. Onlar ilmin, aydınlığın, doğrunun peşinde olduklarını söylerler ama, onların gerçek sandığı şey, Allah katında bir değer ifade etmez. Onlar sıkışınca Allah'a dua eder, yalvarırlar, ama rahata ve refaha kavuşunca Allah'ın ayetlerinden yüz çevirirler (17/İsra, 67). Putlarını, yani Allah'a eş koştukları şeyleri çok severler, onlara candan bağlıdırlar (Saffat, 35-36). .
İslam'ın teklifleri müşriklere çok ağır gelir (42/Şura, 111). Onlar mü'minleri sevmezler devamlı düşmanlık beslerler. Dünyaya aşırı bağlıdırlar (2/Bakara, 96). İslam'a karşı çıkışları noktasında tutarlı değillerdir. Yaptıkları işler sebebiyle Allah katında suçlu (mücrim) olmuşlardır. (A.g.e. s. 472-476 )

İrtidat ve Mürted

İrtidat, Arapça bir kelime olup, ridde'nin türevidir. Reddetmek, geri çevirmek ve bir işten rücu etmek gibi manalara gelir. lstılahta, iman ettikten sonra, İslam'dan dönmeye verilen isinidir. İslam dinini terk edip başka bir dine geçmek veya eski inancına dönmeye irtidat; bunu yapan kimseye de "mürted" denir.
Kur'an'da irtidatla ilgili şöyle buyrulur: "Sizden kim irtidat eder (dininden döner) ve kafir olarak ölürse, işte onların dünya ve ahirette amelleri boşa çıkmıştır ve onlar cehennem ehlidir, orada ebedi kalacaklardır." (2/Bakara, 217) "Kim imanı küfürle değiştirirse, şüphesiz o, dümdüz yolun ortasında sapıtmıştır." (2/Bakara, 10B)
İrtidat edip, dinden dönen, İslam'ı terk edip küfrü veya şirki seçen kimse. İslam'dan çıkma olayına 'ridde' veya 'irtidat' denilmektedir. Mürted, müslümanlığı kendi isteğiyle, hiç bir baskı olmadan seçtiği halde, sonradan çeşitli nedenlerle yine kendi arzusu ile terk eden, küfrünü açıkça ortaya koyan insandır. Kur' an-ı Kerim, böylelerinin çirkin durumunu açıklayarak onları kötü bir akıbetin/sonucun beklediğini haber veriyor (2/Bakara, 217).

Mürtedin Kişiliği: Mürted, kişilik zaafı (zayıflığı) olan biridir. Doğru bir bilgiye ve sağlam bir görüşe sahip olamamıştır. İnandım dediği dini yeterince benimsememiştir. Bir başka fikir veya inanç, hoşuna giden bir dünyalık onu daha çok etkilemiştir. 'İslam'dan çıkarsam, gayri müslimlerin safına geçersem maddi bir çıkar kazanabilirim' diye düşünmüştür. Kendisine çok süslü gösterilen, İslam dışı hayat şekilleri daha çok hoşuna gitmiştir. Nefsinin arzuları kabarıp taşmıştır. Çok şey istemektedir, bir çok şeyden zevk alma arzusundadır, ama müslüman kaldığı müddetçe bunlara ulaşması zordur. Zaten pamuk ipliği ile bağlı olduğu İslam bağını hemen koparıp atmaktadır.
Mürtedlik aslında sıradan bir mesele değildir. Allah katında din seçmek insan varlığı için en önemli olaydır. Alemlerin Rabbi, insana değer veriyor, onu kendisine muhatap (hitap edilecek kişi) olarak kabul ediyor, deyim yerindeyse, insanı 'adam yerine koyuyor'. Ona elçiler ve din gönderiyor, ona doğru yolu gösteriyor. Buna karşın insanların bir kısmı buna aldırmıyor, yahut elçilerle gelen davete karşı çıkıyor, ya da onu eğlenceye alıyor. Bunun bir belirtisi olarak da bazen inandığını söylüyor, bazen de bu inandığı dini terk ediyor. Kimileri de dışarıdan inanmış gibi görünüyor, ancak içinden inkarcılığa devam ediyor. Aslında pek de aciz olan ve ölünce mutlaka Rabbinin huzuruna çıkacak olan insanın bu denli cesur olması, cür' ette bulunması, korkmaması, yaptığı işin sonunu düşünmemesi ne kadar acıdır!
Kendisine verilen değeri anlamayan ve değerini çok çok yüceltecek olan ilahi davete kulak vermeyen insandan daha akılsızı, daha bedbahtı (şanssızı) var mıdır? Böyleleri bile bile zararlı ve kötü olanı tercih ediyorlar, derecelerini kendi elleriyle alçaltıyorlar. Bir kısmı da kurtuluş ve mutluluğun adı olan İslam'ı kabul ettikten sonra şu veya bu sebepten dolayı onu terk ediyorlar. Onu ya beğenmiyorlar, ya küçümsüyorlar, ya da çıkarlarına engel görüyorlar.
Hangi sebeple olursa olsun bu tavır Allah'ın sevmediği bir tavırdır. Bu davranış alemlerin Rabbi Allah ve O'nun aziz dini İslam ile -haşa- dalga geçmek gibidir. Bu bir ciddiyetsizlik, cahillik ve dönekliktir. İslam'a göre, elbette din ve inanç hürriyeti vardır. İsteyen istediği dini ve yaşama biçimini seçebilir. Bu konudaki seçim hakkı bireyin kendisine aittir. Onu hiç bir kimse bir inanca ve ideolojiye bağlanmaya zorlayamaz. Herkesin cehenneme gitme, orayı tercih etme özgürlüğü vardır. Ancak bir kimsenin İslam'ı din olarak seçtikten sonra onu terk etmesi hem onun için çok önemli bir kayıp, hem müslüman toplum için bir sorun, hem de İslam'ın yüceliğine gölge düşüren bir durumdur.

Mürtedliğe Yol Açan Sebepler: Mürtedlerin İslam'dan dönmelerinin birkaç sebebi olabilir:
1- İslam'ı ve onun hükümlerini beğenmemek,
2- İslam'ı çıkarlarına ve zevklerine engel görmek,
3- Dünyalık bir makam elde etme ihtirası,
4- İman zayıflığı veya İslam'ı yeterince tanımama,
5- Gayri müslimlere özenme, onların zevk içinde yaşamalarına imrenme ve onları bazı konularda üstün ve ileri kabul etme anlayışı ve diğer sebepler.

Bir Müslümanı Mürted Yapan Tavırlar: Bir müslümanın İslam'dan çıkmasına sebep olacak bazı durumları şöylece özetleyebiliriz.
Müslüman olduğu halde, Allah'a şirk koşmak; Allah'ın dışında bir kimseye, bir otoriteye, putlara tapınmak, Allah 'tan istenecek yardımı ölülerden veya mezarlardan istemek, birtakım örgütleri veya devletleri Allah gibi düşünmek, kişiyi İslam'dan çıkarır, mürted yapar.
İslam'ın küfr veya kafirlik dediği şeyler konusunda şüphe etmek; İslam da bellidir, onun dışındaki batıl yollar da bellidir. Küfür olan konularla ilgili olarak "acaba onlar da doğru olabilir mi?" düşüncesi İslam inancına aykırıdır. Onlar doğru olsaydı, İslam'ın Hz. Muhammed ve Kur'an'la gönderilmesine ne lüzum vardı? Bütün batıl dinler, bütün İslam dışı ideolojiler, insanlar adına nisbet edilen hayat sistemleri İslam tarafından reddedilmektedir (Komünizm, Hinduizm, Hıristiyanlık, demokrasi, Marksizim, laisizm, Kemalizm ve diğerleri).

Peygamberimiz'in bize bildirdiği bazı şeyleri beğenmemek, onlara karşı yüzü buruşturmak, razı olmamak (47/Muhammed, 9)

İslam'ın ilkelerine, şeriata karşı gelmek, onlarla alay etmek, onların yerine başka otoritelerin veya kişilerin görüşlerini daha iyi, güzel veya çağdaş bulmak. Kesin deliller ile, ümmetin icması ile sabit olmuş, dinden sayılan hükümlere karşı gelmek, onları kabul etmemek. Bunlar veya bunlara benzer davranışlar ve sözler bir müslümanı dinden çıkarabilir, mürted yapabilir. Bunlar birer hükümdür ve müslümanları din konusunda dikkatli olmaya teşviktir ve onları tehlikeden sakındırmaktır. Kişi ya inanır, ya inanmaz. Ama tutarlı olması gerekir; inandığı dinin gösterdiği gibi inanması ve yaşaması lazımdır. İslam, Allah’ın dinidir ve ona nasıl inanılması gerektiği ortaya konulmuştur. O, insanların görüşü değildir ki, dileyen dilediği gibi kullansın.
Mürtede Karşı Tavır: Bu konuda dikkatli olmak mecburiyeti vardır. Önüne gelene, 'kafir' damgası vurmak demek olan "tekfir hastalığına düşmemek, rastgele cahil müslümanlara 'mürted' mührü vurmamak gerekir. İnsanların yetişme tarzı, bilgilerinin azlığı, o bilgileri kullanma tavrı, İslam'ı öğrenme kaynakları göz önüne alınmadan 'tekfir' etmek çok yanlıştır. Bir müslümanı onu dinden çıkaran davranış ve söz üzerinde bulursak, onun yanlışlığını düzeltmeye çalışmamız gerekir. Rastgele 'kafir' damgası vurmak hem görevimiz değil, hem de müslümanların sayısını azaltmaktır. Sayımızın azlığı ancak düşmanlarımızı sevindirir.
Mürted'e verilecek ceza konusunda fıkıhçıların değişik görüşleri var. Bazıları, eğer toplu irtidat olmuşsa bu; İslam toplumunun veya devletin güvenliğini ilgilendirdiği için, onlarla topluca savaşılır, zararları def edilir demektedirler. (A.g.e. s. 457-459)
Hanefi fıkhına göre İslam'dan çıktığını açıkça gösteren söz, tutum ve davranışlarda bulunan kişi, mürted sayılır ve tevbe etmediği takdirde idam edilir. Mürted ile kafir arasında çok önemli bir fark vardır. Şöyle ki; mürted, İslam'ın Allah indinde yegane din olduğunu ve kudsiyetini bildiği halde; dünya menfaati, hırs, hased, kin veya bunun gibi duygularla dinini terk etmiştir. Bu duygular, mürtedi müslümanlara karşı harbı (muharip, savaşçı) durumuna getirir. Çünkü irtidatla birlikte sahip olduğu ismet-i şahsiyetini (kişisel masumluk ve dokunulmazlığını) kaybetmiştir. Gayr-i müslim olan kafir ise, davete muhtaçtır. İslam hakkında doğru bir bilgiye sahip değildir.
İbn Abidin: "İrtidat eden ve muharip durumuna geçen kimsenin öldürülmesi, dinin muhafazası için zaruridir. Çünkü dinin muhafazası, maslahatların en üstünüdür" hükmünü zikreder. Hanefi fukahası: "irtidat eden erkeğin öldürülmesinde, kadının ise hapsedilmesinde müttefiktir. Çünkü kadın, muharip (savaşçı) durumunda değildir." Bu noktada şunu hatırlatmakta fayda vardır: Mürted olan erkek derhal öldürülmez; önce irtidat sebebi araştırılıp, şüpheye düştüğü husus izah edilir ve tecdid-i imana davet edilir. Bütün bunlardan sonra, durum değişmezse ülü'l-emr tarafından öldürülür. Bu cezayı herhangi bir mü'min, kendi şahsı değerlendirmesiyle yapamaz. Çünkü velayete tecavüz caiz değildir. Ülü'l-emr, bütün ümmetin velayetine sahiptir. (Yusuf Kerimoğlu, Kelimeler Kavramlar, s. 214 )
Günümüzde batılı ülkelerin ulaştığı zenginlik ve kalkınma birçok zayıf imanlı müslümam onlara hayran ediyor. Bir kısmı da onların İslam'a uymayan fikirlerini, hayat şekillerini benimsiyor, onlar gibi olmaya çalışıyor. Bu, İslam'ı bilmemenin ve ona imanın zayıf olmasının bir sonucudur. Bazı müslümanlar da yönetildikleri rejimler tarafından İslam dışı ideolojilere, uyguladıkları eğitim, medya ve devlet politikasıyla inandırılmaya, İslam'dan koparılmaya çalışılıyor.
Bugün yapılması gereken, 'falanca adam küfür sözü söyledi, şu söz ve davranışıyla şirke düştü; mürted oldu, müşrik oldu, ona hangi cezayı verelim?' diye fetva arayışı değil; İslam'ın, güzellikler ve kurtuluş yolu olduğunu en güzel yolla insanlara ulaştırmak, hatayı biraz da kendimizde arayıp zayıf müslümanların dinden uzaklaşma sebeplerini azaltmaya çalışmaktır. Şirk konusu, bu bilgileri çevremizdeki düzenin kurbanı ve cahil insanlar için kılıç gibi kullanmak için öğrenilmez. Kendimizi, en küçük bir ihtimalle bile şirke düşürebilecek davranışlardan şiddetle sakınmamız ve insanları bu hale getiren bataklıkla mücadele etmeyi, şirk düzeni ile mücadele edilmeden bunun önünün alınamayacağını idrak etmek ve insanları en büyük tehlike olan bu beladan kurtarmanın yollarını aramak, tebliğ etmek, canlı Kur'an olmaya çalışıp tevhidi bayraklaştırdığımızı davranışlarımızla ispat etmek için olmalıdır.
"İman edip de imanlarına herhangi bir zulüm (şirk) bulaştırmayanlar var ya, işte güven onlarındır ve onlar doğru yolu bulanlardır." (6/En'am, 82)
Peygamberimiz (s.a.s.), mü'minlere şöyle dua etmelerini tavsiye ediyor: "Bile bile şirk koşmaktan Allah'a sığınırım, bilmediklerimden de Senden af dilerim".
Selam olsun, şirkin en küçüğünden ve en gizlisinden bile kaçan tevhidi söyleme ve eyleme sahip olan muvahhid gençlere!
kaynak: http://www.tevhidyolcusu.com/islam%20akaidi%20bolum2%20%20musrik%20irtidat%20ve%20murted.html

21 Mart 2012 Çarşamba

kalu bela

kaynak:http://www.ismailaga.info/kultur/2012/03/ahd-ne-demektir/
AHD NE DEMEKTİR?
Lûgatta “bir şeyi korumak, hâlden hâle onu muhafaza etmek, vasiyet etmek ve ısmarlamak” gibi mânâlara gelir.

İslâmî ıstılâhta ahd-ü misak denilince, ruhlar âleminde Allahû Teâla (Celle Celaluhu) ile insanlar arasında tahakkuk eden “mukavele”· akla gelir. Bu ahd-ü misak sadece müslümanlarla değil, bütün insanlarla tahakkuk etmiştir.(3)

Şimdi Ahd-ü Misak âyetlerine dikkat edelim: “Hani Rabb’in Âdem oğullarından, (insanlardan) onların sırtlarından zürriyetlerini çıkarıp, kendilerini nefislerine şahid tutmuş: `Ben sizin Rabb’iniz değil miyim?’ (demişti). Onlar da: `Evet (Rabb’imizsin) şahid olduk’ demişlerdi. (işte bu şahidlendirme) kıyamet günü: `bizim bundan haberimiz yoktu’ dememeniz için.”(4)

“Yahûd, daha evvel ancak atalarımız (Allah’a) şirk koşmuştur. Biz de onların ardından gelen (izinden ayrılmayan) bir nesiliz. Şimdi, o bâtılı kuranların işlediği (günahlar) yüzünden bizi helâk mı edeceksin? dememeniz içindir.”(5)

Molla Hüsrev; “Ahd-ü misak” ayetiyle ilgili olarak şunları kaydetmektedir: “Bu âyet-i kerime’de iki husus vardır: Birincisi Allahû Teâla (Celle Celaluhu)’nın ikrarıdır, ikincisi insanların kendi nefislerine şahid tutulmasıdır. Bu “Ahd-ü Misak’ın” tabii sonucu olarak insanların yerine getirmesi gereken vazifeler ortaya çıkmıştır.”(6)

“Ahd-ü Misak”ın tabii sonucu insanın emaneti yüklenmesidir. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de: “Biz emaneti göklere, yere ve dağlara arz (ve teklif) ettik de, onlar bu emaneti yüklenmekten çekindiler, bundan endişeye düştüler. İnsan(a gelince, o tuttu) bunu sırtına yüklendi. Çünkü o çok zulümkâr ve çok câhildir.”(7) buyurulmaktadır.
Müfessirler, bu âyet-i kerimede zikrolunan emanet’in, tekalif-i ilâhiyye’nin cümlesi (ilâhi tekliflerin tamamı) olduğu hususunda müttefiktirler.(8)

Usul-i Fıkıh’ta emanet; Allahû Teâla (cc)’nın gerek kendi hukuku, gerekse yaratılmışların hukuku ile ilgili bütün vazifelerine verilen isimdir.(9)

Hz. Enes (ra)’den rivayet edilen bir hadis-i şerif’te Resûl-i Ekrem (sav)’in: “Emanete riayeti olmayanın imanı da yoktur, ahde vefası olmayanın dini de yoktur”(10) buyurduğu bilinmektedir. Elbette emanet ve ahde vefâ; ruhlar âleminde tahakkuk eden “zimmet” ile de yakından alâkalıdır. .
Devletler arasındaki “Muahede” fıkıh kitaplarından geniş şekilde izah edilmiştir. Bu ferdî değil, siyasî bir hadisedir. Umumi kaidelerden olan; “Kişi ikrarı ile muâheze olunur.”(11) kaidesi ferdî bir hâdisedir ve ahd-e vefa ile yakından alâkalıdır. zira her söz ve taahhüd, sorumluluğu da beraberinde getirir. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de: “…Bir de ahdi yerine getirin. Çünkü ahid (den cayanlar, riayet etmeyenler) sorumludur”(12)”Karşılıklı muahede yaptığınız vakit, Allah’ın ahdini yerine getirin. Sapasağlam ettiğiniz yeminleri bozmayın, (Nasıl olur ki) üzerinize Allah’ı kefil yapmıştınız. Şüphe yok ki, Allah ne yapacağınızı bilir”(13) buyurulmuştur.

Siyasî mahiyetteki ahid (muahede-anlaşma), velâyet hukuku ile ilgilidir ve müslümanları bağlayıcıdır. İmam-ı Muhammed (rha), “Müslümanlar, müşriklerden bir kavimle anlaşsalar (ahid yapsalar), bu anlaşmadan dolayı mallarını almak müslümanlara caiz değildir. Meğer ki, gönül rızasıyla vereler. Çünkü, bu muahede sayesinde artık onların malları ve canları, tıpkı müslümanlarınki gibidir. Nasıl gönül rızasıyla vermeleri dışında, müslümanların mallarını almak caiz değilse, anlaşmalı müşriklerin mallarını almak ihanet ve ahde vefasızlıktır. Halbuki Rasûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve sellem) “Ahidlere vefalı olmak gerekir, gadretmek câiz değildir” buyuruyor” hükmünü zikrederler.(14) Ahde vefa’nın zıddı “gadr”dır. Tâgûtlara iman eden insanlar, ruhlar aleminde verdikleri ahdi bozmuşlardır. Bu gadr, en büyük zulümdür. Amelî olan ahde vefâsızlık ise haramdır.

www.ismailaga.info

KAYNAKLAR
(3) Mülla Hüsrev, Mir’at el Usûl fi ,rerhü Mirkat el Vüsûl. ist.1307, c. I, sh.591.
(4) A’râf sûresi: 172, (HBÇ Meali, İst. 1959, c. I, sh.245.
(5) A’raf sûresi:173.
(6) Molla Hüsrev, a.g.e., c. I, sh. 591.
(7) Ahzab sûresi: 72.
(8) Mecnıuaıu’t-Tefiısir, İst. 1979, c. V, sh. 142-143 (Haazin, İbn-i Abbas, Nesefî ve Kadi Beyzavi’nin “emanet” ile ilgili tefsirleri).
(9) Molla Hüsrev, a.g.e., c. I, sh. 591.
(10) Beyhakî, es-Sünenû’I Kübra, Beyrut, ty. c. IX, sh. 231.
(ll) Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuk-ı İslamiyye ve Istılâlıat-ı Fıkhiyye Kamusu, İst.1976, c. I, sh. 281. Mad. 79. Ayrıca, Ali Himmet Berki, Açıklamalı Mecelle, İst.1979 (2. bsk.) sh. 26.
(12) İsrâ sûresi: 34.
(13) Nahl sûresi: 91.
(14) İmam-ı Muhammed, Siyer-i Kebir (İslam Devletler Hukuku), İst.1980, sh.148.

20 Mart 2012 Salı

Allah’ın direkt olarak yardım eder mi?

30 / RÛM - 5  Allah, dilediğine yardım eder,galip kılar. O, mutlak güç sahibidir, çok esirgeyicidir.Tokak, konuşmacı olarak geldiği Dicle Üniversitesi’nde, Bedir ve Çanakkale savaşlarının birçok ortak yönü olduğunu, yönlerden birisinin de "Hz. Peygamber (s.a.v.)'in her iki savaşta da bulunduğu gerçeği” olduğunu söyledi.

Tokak, Dicle Üniversitesi Sosyal ve Kültürel Değerleri Tanıtma Kulübü’nün daveti üzerine Diyarbakır’da ‘Çanakkale Gerçeği’ konulu konferansta konuştu. Dicle Üniversitesi Kongre ve Kültür Merkezi’ndeki programa Dicle Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Aytekin Sır ve dekanlar geldi. Yoğun ilginin olduğu konferansta Sosyal ve Kültürel Değerleri Tanıtma Kulübü’nün faaliyet sunumunun ardından konuşmacı olarak kürsüye Harun Tokak çıktı. Bedir ile Çanakkale savaşları arasındaki benzerlikleri tek tek sıralayan Tokak, Batılı tarihçilerin Bedir ve Çanakkale savaşları için tanrının tarihe müdahalesi olarak yorumlandığını dile getiren Tokak, “Bedir’den Çanakkale’ye bir yol var. Bedrin ve Çanakkalenin birden çok ortak yönleri var. Bedrin ve Çanakkale’nin ortak yönlerinin en önemlilerinden bir tanesi Allah’ın direkt olarak yardımını görüyoruz.” ifadelerine yer verdi.

Her iki savaşta da Allah’ın olaylara ve tarihe olağanüstü müdahalesinin göründüğünü belirten Tokak şunları söyledi: “Bu müdahaleleri şöyle hatırlayabiliriz. Hepimizin çok iyi bildiği Hz. İbrahim ateşe atılırken onu başkaca kurtaracak hiçbir kuvvet bulunmamışken mancınığa konulmuştu. Nemrut’un alevleri arasına peygamber fırlatılırken Allah o olaya müdahale eder. Ateş de Allah’ın emriyle İbrahim’in üzerine soğuk ve selametle olur. Eğer Hz. İbrahim yansaydı insanlık sona erecekti. İslam'ın meşalesini taşıyan tek bir insan vardı. O da Hz. İbrahim’di. O da yansaydı başkaca yer yüzünü aydınlatacak bir ışık ve meşale kalmayacaktı.”
Bundan dolayı Hz. İbrahim’in yanmamasının gerektiğine dikkat çeken Tokak, Bedir ve Çanakkale’de çok az bir topluluğun tarihe geçecek zaferlerinin olduğunu belirtti. İkisinin de ortak yönlerinden birisinin bu olduğunu hatırlatan Tokak, Bedir’de 313 kişilik Müslüman ordusunun yaklaşık bin kişilik müşrik ordusuna karşı koyduğunu anlattı. Bu üstünlüğün sadece sayı üstünlüğü olarak karşımıza çıkmadığını aktaran Tokak, Müslümanların tek bir atının bulunmasına rağmen müşriklerin yaklaşık 100 at ve 700 deveye sahip olduğuna vurgu yaptı. Buna rağmen Müslümanların savaşı kazandığını söyleyen Tokak, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Müslümanların giyecek bir ayakkabısı ve yiyecek erzağı yok. Aynı durumu Çanakkale’de de görüyoruz. Bedir Savaşı’nda 3 bin melek görev yapıyor ve savaşın kazanılmasına da vesile oluyor. Aynı melekleri Çanakkale savaşında da görüyoruz.”

“BEDİR SAVAŞINDA YER ALAN ÇOCUK YAŞTAKİ MÜSLÜMANLAR ÇANAKKALE’DE DE VAR”

Bedir Savaşı'nda henüz 14-15 yaşlarındaki çocukların savaştaki yerlerini aldığına dikkat çeken Tokak, Çanakkale’de de binlerce çocuk yaştaki Müslümanın karşımıza çıktığını kaydetti. Çanakkale’de savaşan binlerce genç de karşımıza çıkıyor. 14 Mart Tıp Bayramı’nın da İstanbul Üniversitesi’nde okuyan tıp fakültesi öğrencilerinin tamamının Çanakkale’de şehit olmasından dolayı kutlandığını ifade eden Tokak, dinlenen bazı türkülerin de her yerde kullanılmaması gerektiğini belirtti. CİHAN

15 Mart 2012 Perşembe

Tebbet yâda İsrail...

Zalim
Önce ayetleri okuyalım…
Kardeşlerim… Bir sure içindeki ayette bitirilecek bir soru ama sizler bize lazımsınız, dindar nesil sancağı sizde olacak o yüzden tümünü bilmeliyiz. Eğer tümünü okumazsanız çok ağır bir kelime de olsa: kıyamette hakkım olsun…
ALLAH(c.c) lanet,beddua etti mi?:evet. Tebbet Sûresi her gün namazda okutuğumuz. Ebu Leheb'in iki eli kurusun.
Allah onların kalplerini de, kulaklarını da mühürlemiştir. Gözlerinde de perde vardır. [Bekara 7]

Onlar sağır, dilsiz ve kördür, bu hâllerinden dönüp iman etmezler. [Bekara 18]

Kalplerini mühürleriz de, onlar işitmezler. [Araf 100]

Kalpleri var ama anlamazlar, gözleri var ama görmezler, kulakları var ama işitmezler. İşte bunlar hayvan gibidir, hatta daha da aşağıdır. [Araf 179]

Onları doğru yola çağırsanız işitmezler. Sana baktıklarını görürsün, ama görmezler. [Araf 198]

[Müşrikler, Resulullah'a] dediler ki: Davet ettiğin şeye [İslâmiyet'e] karşı kalplerimiz kapalı, kulaklarımızda da bir ağırlık [sağırlık] vardır. Seninle anlaşmamıza engel bir de perde [küfür perdesi] vardır. [Fussilet 5]

Onların kalplerine mühür vuruldu. Bu yüzden anlamazlar. [Tevbe 87, Münafikun 3]
ALLAH zalim toplumu hidayete ulaştırmaz.(Ali İmran; 3/86).”buyuruyor sen yok hidayet ver diyemezsin.”ibr*

Uhud gazasında Resulullah efendimizin mübarek yüzü yaralanıp, mübarek dişi kırılınca, Eshab-ı kiram çok üzüldüler. Dua et, Allahü Teâlâ, cezalarını versin dediler. (Lanet etmek için gönderilmedim. Hayır, dua etmek için, her mahlûka merhamet etmek için gönderildim) ve (Ya Rabbi, bunlara hidayet et, tanımıyorlar, bilmiyorlar) buyurdu. Düşmanlarını af etti. Lanet etmedi.
Peygamber efendimiz, diğer bazı Peygamberler gibi kavimlerine genel bir beddua etmemiş ama muayyen günahları işleyenleri lanetlemiştir Mesela birkaçı şöyledir:

(Lutilere Allah lanet etsin!) [Beyheki]

(Paraya tapana lanet olsun!) [Tirmizi]

(Bid’at çıkarana lanet olsun ) [Dare Kutni]

(Eshabıma sövene lanet olsun ) [Hakim]

(Doğruyu bildiği halde susana lanet olsun) [Deylemi]

Ayrıca isim söyleyerek beddua ettikleri de vardır Bir tanesi şöyledir: Ebu Leheb’in oğlu Uteybe, Tebbet suresi gelince, Resulullah efendimize hakaret etti Resulullah çok üzülüp, (Ya Rabbi, buna bir canavar musallat et) dedi Ebu Leheb’in oğlu Uteybe Şam’a giderken, bir gece, bir aslan gelip uyuyan arkadaşlarını koklayıp bıraktı Sıra Uteybe’ye gelince onu parçaladı (Mirat-i kâinat)

Taberani’de rivayet ediliyor ki:
İki kişi, Hazret-i Hamza hakkında aşağılayıcı bir şiir okuduklarından Cehenneme gitmeleri için Resulullah beddua ediyor

Peygamber efendimiz beddua etmezdi sanarak hadis kitaplarındaki beddua bildiren böyle bir hadis-i şerife şüphe ile bakmak din düşmanlarını sevindirmek olur O zaman imam-ı Taberani’ye de itimat kalmaz Zaten din düşmanlarının bütün derdi de bu (Âlimleri ve hadisleri yıkarsak Kur’anı yıkmak daha kolay olur) diyorlar

O iki kişi hicri 8 yılda Müslüman olmuştu Hazret-i Hamza ise bundan 4 yıl önce şehit oldu Yani o zaman o iki kişi Müslüman değildi O dua, Müslümanlara yaptıkları zararlardan ve sevgili amcası Hazret-i Hamza’ya dil uzattıklarından dolayı yapılmıştı

Mekke’nin fethinde, Resulullah efendimiz herkesi affetti Yalnız on kişinin isimlerini söyleyip, (Bunları görünce hemen öldürün) buyurdu Bu on kişiden biri olan Vahşi bin Harb, Mekke’den uzaklara kaçtı Daha sonra pişman olup, Medine’de mescide gelip, (Ya Resulallah, bir kimse Allah’a ve Resulüne düşmanlık yapsa, en kötü, en çirkin günah işlese, sonra pişman olup iman etse, bunun cezası nedir?) dedi Resulullah efendimiz, (Pişman olup iman eden affolur, bizim kardeşimiz olur) buyurdu (Ya Resulallah, iman ettim, pişman oldum Ben Vahşi’yim) dedi Peygamber efendimiz, Vahşi adını işitince, sevgili amcası Hazret-i Hamza’nın parçalanmış hâli gözü önüne geldi
Ağlamaya başlayıp, (Git, seni gözüm görmesin) buyurdu Vahşi, öldürüleceğini anlayıp dışarı çıkarken Cebrail aleyhisselam gelip, (Ey Habibim, bütün ömrünü puta tapmakla, kullarımı bana düşman etmeye uğraşmakla geçiren bir kâfir, bir kelime-i tevhid okuyunca, ben onu affediyorum Sen, amcanı öldürdü diye Vahşi’yi niçin affetmiyorsun? O pişman oldu Şimdi sana inandı Ben affettim Sen de affet) mealindekiilahiemri bildirdi

Herkes, öldürün emrini bekliyordu Resulullah efendimiz(s.a.v), (Kardeşinizi çağırınız) buyurdu Kardeş sözünü işitince, saygı ile çağırdılar Resulullah efendimiz(s.a.v), a folduğu müjdesini verip, (Fakat, seni görünce dayanamıyor, üzülüyorum Bana görünme) buyurdu Hazret-i Vahşi, Resulullahı üzmemek için, bir daha yanına gelmedi Mahcup, başı önünde yaşadı (Kurtubi, Süyuti, Taberi)
simdi asıl not:zalim kafire Allah hidayet versin diye dua edilemez. Onların kalplerine mühür vuruldu. Bu yüzden anlamazlar. [Tevbe 87, Münafikun 3]
ALLAH zalim toplumu hidayete ulaştırmaz.(Ali İmran; 3/86).yani ALLAH(c.c) cehennem atacağım buyuruyor, sen yok, yok hidayet ver demiş olursun ki, hâşâ senin merhametin ALLAH’ DAN dan daha geniş demeğe girer ki şirke girmek olur.”bilmeden kasıtsız ise masum kabul edilebilir ki ALLAH Bilir. Maazallah.
Uhud gazasında Resulullah Efendimizin(s.a.v) “bilmiyorlar” daki kast, İslam’ı hiç duymamış, haberi yok, insan bilmediği bir şeyden suçlanabilir mi? lanetlenir mi?
Bu gün ki dünyada tebliğ ulaşamamış, hiç haberi olmayanlar başka, ama her men aleti ilen teknolojisini biliyorsunuz. Zalim ve kâfir olanlara İsrail’e lanet, beddua etmenin hiçbir mahsuru yoktur. İsrailli Müslüman olursa kardeşimizdir o ayrı.
ALLAH(c.c)lanet etmiş, Efendimizin(s.a.v) lanet etmiş. Ben de eterim. Siz de edin. (tebbet yâda İsrail)
Hatam varsa ALLAH(c.c) rızası için uyarın…SELAM VE DUA İLE…