Hadis-i Şerif Meâli
Şu beş şeyin cezası hemen dünyada verilir: (1) Zulüm, (2) hainlik etmek, (3) anne babaya eziyet etmek, (4) akrabalarla ilişkiyi kesmek, (5) yapılan iyiliği görmemek.
Câmiü's-Sağîr, No: 2075
Yahudi milleti
“Onlar yeryüzünde hep bozgunculuğa koşarlar. Allah ise bozguncuları sevmez.” (Mâide Sûresi: 64.)
Sen Yahudîleri, hayata karşı insanların en hırslısı olarak bulursun.” (Bakara Sûresi: 96.)
“Onların çoğunun günaha, zulme ve haram yemeye koşuştuklarını görürsün. Ne kötü bir şeydir o yaptıkları!”(Mâide Sûresi: 62.)
“Onlar yeryüzünde hep bozgunculuğa koşarlar. Allah ise bozguncuları sevmez.” (Mâide Sûresi: 64.)
“İsrâiloğullarına Tevrat’ta şöyle bildirdik: ‘Siz yeryüzünde iki kere fesad çıkaracaksınız.’” (İsrâ Sûresi: 4.)
“Bozgunculuk yaparak yeryüzünü fesada vermeyin.” (Bakara Sûresi: 60; A’râf Sûresi: 7.)
Yahudîlere müteveccih şu iki hükm-ü Kur’ânî, o milletin hayât-ı içtimâiye-i insâniyede dolap hilesiyle çevirdikleri şu iki müthiş düstûr-u umûmîyi tazammun eder ki: Hayât-ı içtimâiye-i beşeriyeyi sarsan ve sa’y ü ameli, sermâye ile mübâreze ettirip, fukarâyı zenginlerle çarpıştıran muzaaf ribâ yapıp bankaları tesise sebebiyet veren ve hile ve hud’a ile cem-i mâl eden o millet olduğu gibi, mahrum kaldıkları ve dâimâ zulmünü gördükleri hükûmetlerden ve gâliplerden intikamlarını almak için her çeşit fesad komitelerine karışan ve her nevi ihtilâle parmak karıştıran yine o millet olduğunu ifade ediyor.
Meselâ, “Eğer doğru iseniz, mevti isteyiniz. Hiç istemeyeceksiniz.” İşte meclis-i Nebevîde küçük bir cemaatin cüz’î bir hâdise ünvânıyla, milel-i insaniye içinde hırs-ı hayat ve havf-ı memâtla en meşhur olan millet-i Yehûdun tâ kıyâmete kadar lisân-ı halleri, mevti istemeyeceğini ve hayat hırsını bırakmayacağını ifade eder.
Meselâ, “Onların üzerine bir zillet ve yoksulluk damgası vuruldu. (Bakara Sûresi: 61.)” Şu ünvanla o milletin mukadderât-ı istikbâliyesini umûmî bir sûrette ifade eder. İşte şu milletin seciyelerinde ve mukadderâtında münderîc olan şöyle müthiş desâtir içindir ki, Kur’ân, onlara karşı pek şiddetli davranıyor. Dehşetli sille-i te’dib vuruyor.
İşte şu misâllerden kıssa-i Mûsâ Aleyhisselâm ve benîisrâil’in sâir cüz’lerini ve sâir kıssalarını bu kıssaya kıyas et. Şimdi, şu Dördüncü Işıktaki i’câzî lem’a-i îcâz gibi Kur’ân’ın basit kelimâtlarının ve cüz’î mebhaslarının arkalarında pekçok lemeât-ı i’câziye vardır; ârife işâret yeter.
Sözler, s. 366-367
***
Bismihî sübhânehû
[“Onlara zillet ve meskenet damgası vuruldu” (Bakara/61) âyet-i celîlesinin bir nüktesi.]
Aziz Nur kumandanı ve Kur’ân’ın hâdimi kardeşim Refet Bey,
Yahudî milleti hubb-u hayat ve dünyâperestlikte ifrat ettikleri için, her asırda zillet ve meskenet tokadını yemeye müstehak olmuşlar. Fakat bu Filistin meselesinde; hubb-u hayat ve dünyaperestlik hissi değil, belki enbiyâ-yı Benîisrailiyenin mezaristanı olan Filistin, o eski peygamberlerin kendi milliyetlerinden bulunması cihetiyle, bir cihette bir ehemmiyetli hiss-i millî ve dinî olmasından, çabuk tokat yemiyorlar. Yoksa, koca Arabistan’da az bir zümre hiç dayanamayacaktı, çabuk meskenete girecekti.
Şuâlar, s. 435
***
Hırs, sebeb-i haybettir ve illet ve zillettir; ve mahrumiyet ve sefaleti getirir. Evet, her milletten ziyade hırsla dünyaya saldıran Yahudi milletinin zillet ve sefaleti, bu hükme bir şahid-i kàtı’dır.
...
Hem daire-i insaniye içinde her milletten ziyade hırsla dünyaya yapışan ve aşk ile hayat-ı dünyeviyeye bağlanan Yahudi milleti, pek çok zahmetle kazandığı, kendine faydası az, yalnız hazinedarlık ettiği gayr-ı meşru bir servet-i ribâ ile bütün milletlerden yedikleri sille-i zillet ve sefalet, katl ve ihanet gösteriyor ki, hırs maden-i zillet ve hasârettir.
Mektûbat, s. 262
"İyyake nâ'büdü ve İyyake nesteîn."
'Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz.'
"İnsanlara teşekkür etmeyen, ALLAH'a da şükretmez.!"
23 Ocak 2012 Pazartesi
14 Ocak 2012 Cumartesi
İhlâs
İhtiyar, hasta, aklı karışık, zihni dağınık, sıkıntılı bir Müslüman abdest alırken bir kolunu yıkamayı unuttu ve öyle namaz kıldı... Fıkha göre bu kimsenin abdesti yoktur ve bu yokluk namazının sıhhatini giderir.
Allahu Teala ve Tekaddes hazretleri dilerse onun kusurunu bağışlar ve ibadetini kabul eder. Biz, taharetin ve namazın sıhhat şartlarını biliriz ve söyleriz ama Hak Tealanın işine karışamayız.
Namazın zarurî şartlarından biri niyettir. Namaz sadece ve sadece Allah için, Onun rızasını kazanmak için, Ona kulluk etmek için kılınmalıdır.
İhlas Arapça bir kelime olup, katışıksızlık mânasına gelir.
Allahu Teala Kendisi için yapılan namaz, oruç, zekat gibi ibadetlerde ihlas, katışıksızlık, yani yüzde yüz temiz bir niyet ister.
Bu Kur'an ile, Sünnet ile, icmâ ile sabittir.
Akıl ve hikmete de uygundur.
Bunu anlamak çok kolaydır.
Müslüman herkesin içinde namaz kılarken, kalbinden, binde 999 Allah için ibadet edeyim, binde bir de kullar beni ibadet ederken görsünler de beni beğensinler, sevsinler, bundan mânen ve maddeten menfaatleneyim duygusunu ve niyetini beslerse ihlasını kayb etmiş olur.
İbadetlerde niyet temizliği ve ihlas, zaruriyat-ı diniyedendir, yani İslam'ın, üzerinde hiçbir tartışma olmayan, bütün alimlerin, ariflerin ittifak ettikleri temel bir kuralıdır.
Sadece ibadetler değil, din ilimlerini öğrenmek ve öğretmek, zekat ve sadaka dağıtmak, hayır ve hasenat yapmak, cihad etmek de böyledir.
Kur'an-ı Azimüşşandan sonra dinimizin üçüncü kaynağı olan (İkincisi Sahih-i Buharî'dir) Sahih-i Müslim'in 1905 numaralı hadîsinin mealini arz ediyorum:
"Ebû Hureyre radiyallahu anhden rivayet edilmiştir: Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin şöyle buyurduğunu işittim:
"Kıyamet Günü hesabı ilk görülecek olanlar şunlardır:
Savaşta öldürülmüş bir kimse getirilir ve Allah ona nimetlerini hatırlatır. O da bunları kabul eder. Ona şöyle denir: Bu nimetler karşılığında ne yaptın?.. O da şu cevabı verir: (Ben bir mücahittim) Şehid olana kadar savaştım...Ona şöyle buyrulur: Yalan söyledin!.. Sen Allah için ihlasla savaşmadın, insanlar sana cesur desinler diye savaştın... Sonra bu adamın götürülmesi emr edilir ve yüz üstü sürüklenerek Cehenneme atılır..
(İkinci olarak) ilim öğrenen ve öğreten, Kur'an okuyan bir kimse getirilir. Allah ona nimetlerini hatırlatır, o da bunları kabul eder. Ona şöyle denir: Bu nimetler karşılığında (dünyada) ne yaptın?... O da cevap olarak, "İlim öğrendim ve öğrettim, senin rızan için Kur'an okudum" cevabını verir. Ona şöyle denir: "Yalan söyledin!.. Sen, insanlar sana alim desinler diye ilim öğrendin, çok güzel Kur'an okuyor desinler diye Kur'an okudun ve böyle denildi de... Sonra götürülmesi emr edilir ve o, yüz üstü sürüklenerek Cehenneme atılır.
Sonra, (zaman ve mekandan münezzeh olan) Rabbülalemînin huzuruna, kendisine her türlü maldan bol bol verilmiş olan zengin bir kimse getirilir. Allah ona nimetlerini hatırlatır, o da bunları kabul ve tasdik eder. Ona sorulur: Bu nimetler karşılığında ne yaptın?.. O da: " (Ey Allahım) İnfak edilmesini, harcanmasını sevdiğin hiçbir yol bırakmadan hepsini Senin Rızan için harcadım, dağıttım der. Ona şöyle buyrulur: Yalan söyledin!.. Sen, insanlar senin için cömert desinler diye bunları yaptın... Sonra götürülmesi emr edilir ve yüz üstü sürüklenerek Cehenneme atılır."
Sanırım bu hadîsin manası öğrenildikten sonra sahih ve temiz niyet, ihlas konusu tavazzuh etmiş, iyice anlaşılmış olacaktır.
Allahü Teala hazretleri bazı kusurları affeder ama ihlas konusunda biz mü'minlere çok açık, çok kesin bir uyarı vardır.
Allah için yaptığımız her şeyde, her ibadette yüzde yüz, mutlak olarak Onun rıza-i şerifini istemeliyiz.
Niyette müşareket olmaz. Yani hem Allah'ı razı edeyim, hem de kendimi kullara beğendireyim niyeti bozuktur, bâtıldır.
Başkalarının olmadığı bir yerde tek başına namaz kılarken dağınık, savruk, tavuğun yerden yem toplaması gibi alelacele, paldır küldür, yalap şalap, insan içine çıkılamayacak bir kıyafetle, hafife alarak, önem vermeyerek ibadet ediyor; insan olan yerde temiz kıyafet, tâdil-i erkan, rükua doğrulduğunda ve iki secde arasında celse yaparak, Kur'anı tertil ile okuyarak namaz kılıyor.
Siz böylesine ne dersiniz? Bu adam ihlaslı mıdır?
Allah hepimizi afveylesin, hepimize akıl, fikir, vicdan, firaset versin.
Resul-i Kibriya aleyhi ekmelüttahaya efendimizin kudsî hadîsinde Allahu Teala ne buyuruyor:
"İhlas Benim sırlarımdan bir sırdır. Ben onu Sevdiğim kulumun kalbine koyarım."
İhlas bir mevhibe-i ilahiyedir, sebeplerine tevessül edelim. Ola ki, Kerim Allah bize ihlas nasip eder.
* (İkinci yazı)
Çılgın Fare
Fare efendi!.. Senin cirmin belli, ömrün belli, geleceğin bellidir. Küçüksün ama korkunç bir hırsın, iştahın var. Gizli depolarını görmedim ama bilenlerden duydum; sana, çoluk çocuğuna, yedi sülalene, hattâ bütün fareler âlemine bin yıl yetecek de artacak miktarda fındık, fıstık, kuru üzüm, ceviz içi, badem ve kuru yemiş toplayıp yığmışsın. En büyük sıkıntın, bunları depolayacak havalandırmalı ve güvenli mekanlarmış.
Yahu sen gerçekten çıldırmışsın.
Bunca fındık, fıstık ve çerezi ne yapacaksın, nasıl tüketeceksin?
Bu dünya fâni, sen de günü ve saati gelince başka bir âleme göç edeceksin. Dünyadan oraya fındık fıstık göndermek mümkün değil ki...
Farelerin de kendilerine mahsus bir etiği, ahlak nizamnamesi olduğunu bilmiyor musun? Niçin ahlaklı ve faziletli bir fare hayatı sürmüyorsun?
Doğrusu sen çılgın bir faresin.
Mehmet Şevket Eygi
14.01.2012
Allahu Teala ve Tekaddes hazretleri dilerse onun kusurunu bağışlar ve ibadetini kabul eder. Biz, taharetin ve namazın sıhhat şartlarını biliriz ve söyleriz ama Hak Tealanın işine karışamayız.
Namazın zarurî şartlarından biri niyettir. Namaz sadece ve sadece Allah için, Onun rızasını kazanmak için, Ona kulluk etmek için kılınmalıdır.
İhlas Arapça bir kelime olup, katışıksızlık mânasına gelir.
Allahu Teala Kendisi için yapılan namaz, oruç, zekat gibi ibadetlerde ihlas, katışıksızlık, yani yüzde yüz temiz bir niyet ister.
Bu Kur'an ile, Sünnet ile, icmâ ile sabittir.
Akıl ve hikmete de uygundur.
Bunu anlamak çok kolaydır.
Müslüman herkesin içinde namaz kılarken, kalbinden, binde 999 Allah için ibadet edeyim, binde bir de kullar beni ibadet ederken görsünler de beni beğensinler, sevsinler, bundan mânen ve maddeten menfaatleneyim duygusunu ve niyetini beslerse ihlasını kayb etmiş olur.
İbadetlerde niyet temizliği ve ihlas, zaruriyat-ı diniyedendir, yani İslam'ın, üzerinde hiçbir tartışma olmayan, bütün alimlerin, ariflerin ittifak ettikleri temel bir kuralıdır.
Sadece ibadetler değil, din ilimlerini öğrenmek ve öğretmek, zekat ve sadaka dağıtmak, hayır ve hasenat yapmak, cihad etmek de böyledir.
Kur'an-ı Azimüşşandan sonra dinimizin üçüncü kaynağı olan (İkincisi Sahih-i Buharî'dir) Sahih-i Müslim'in 1905 numaralı hadîsinin mealini arz ediyorum:
"Ebû Hureyre radiyallahu anhden rivayet edilmiştir: Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin şöyle buyurduğunu işittim:
"Kıyamet Günü hesabı ilk görülecek olanlar şunlardır:
Savaşta öldürülmüş bir kimse getirilir ve Allah ona nimetlerini hatırlatır. O da bunları kabul eder. Ona şöyle denir: Bu nimetler karşılığında ne yaptın?.. O da şu cevabı verir: (Ben bir mücahittim) Şehid olana kadar savaştım...Ona şöyle buyrulur: Yalan söyledin!.. Sen Allah için ihlasla savaşmadın, insanlar sana cesur desinler diye savaştın... Sonra bu adamın götürülmesi emr edilir ve yüz üstü sürüklenerek Cehenneme atılır..
(İkinci olarak) ilim öğrenen ve öğreten, Kur'an okuyan bir kimse getirilir. Allah ona nimetlerini hatırlatır, o da bunları kabul eder. Ona şöyle denir: Bu nimetler karşılığında (dünyada) ne yaptın?... O da cevap olarak, "İlim öğrendim ve öğrettim, senin rızan için Kur'an okudum" cevabını verir. Ona şöyle denir: "Yalan söyledin!.. Sen, insanlar sana alim desinler diye ilim öğrendin, çok güzel Kur'an okuyor desinler diye Kur'an okudun ve böyle denildi de... Sonra götürülmesi emr edilir ve o, yüz üstü sürüklenerek Cehenneme atılır.
Sonra, (zaman ve mekandan münezzeh olan) Rabbülalemînin huzuruna, kendisine her türlü maldan bol bol verilmiş olan zengin bir kimse getirilir. Allah ona nimetlerini hatırlatır, o da bunları kabul ve tasdik eder. Ona sorulur: Bu nimetler karşılığında ne yaptın?.. O da: " (Ey Allahım) İnfak edilmesini, harcanmasını sevdiğin hiçbir yol bırakmadan hepsini Senin Rızan için harcadım, dağıttım der. Ona şöyle buyrulur: Yalan söyledin!.. Sen, insanlar senin için cömert desinler diye bunları yaptın... Sonra götürülmesi emr edilir ve yüz üstü sürüklenerek Cehenneme atılır."
Sanırım bu hadîsin manası öğrenildikten sonra sahih ve temiz niyet, ihlas konusu tavazzuh etmiş, iyice anlaşılmış olacaktır.
Allahü Teala hazretleri bazı kusurları affeder ama ihlas konusunda biz mü'minlere çok açık, çok kesin bir uyarı vardır.
Allah için yaptığımız her şeyde, her ibadette yüzde yüz, mutlak olarak Onun rıza-i şerifini istemeliyiz.
Niyette müşareket olmaz. Yani hem Allah'ı razı edeyim, hem de kendimi kullara beğendireyim niyeti bozuktur, bâtıldır.
Başkalarının olmadığı bir yerde tek başına namaz kılarken dağınık, savruk, tavuğun yerden yem toplaması gibi alelacele, paldır küldür, yalap şalap, insan içine çıkılamayacak bir kıyafetle, hafife alarak, önem vermeyerek ibadet ediyor; insan olan yerde temiz kıyafet, tâdil-i erkan, rükua doğrulduğunda ve iki secde arasında celse yaparak, Kur'anı tertil ile okuyarak namaz kılıyor.
Siz böylesine ne dersiniz? Bu adam ihlaslı mıdır?
Allah hepimizi afveylesin, hepimize akıl, fikir, vicdan, firaset versin.
Resul-i Kibriya aleyhi ekmelüttahaya efendimizin kudsî hadîsinde Allahu Teala ne buyuruyor:
"İhlas Benim sırlarımdan bir sırdır. Ben onu Sevdiğim kulumun kalbine koyarım."
İhlas bir mevhibe-i ilahiyedir, sebeplerine tevessül edelim. Ola ki, Kerim Allah bize ihlas nasip eder.
* (İkinci yazı)
Çılgın Fare
Fare efendi!.. Senin cirmin belli, ömrün belli, geleceğin bellidir. Küçüksün ama korkunç bir hırsın, iştahın var. Gizli depolarını görmedim ama bilenlerden duydum; sana, çoluk çocuğuna, yedi sülalene, hattâ bütün fareler âlemine bin yıl yetecek de artacak miktarda fındık, fıstık, kuru üzüm, ceviz içi, badem ve kuru yemiş toplayıp yığmışsın. En büyük sıkıntın, bunları depolayacak havalandırmalı ve güvenli mekanlarmış.
Yahu sen gerçekten çıldırmışsın.
Bunca fındık, fıstık ve çerezi ne yapacaksın, nasıl tüketeceksin?
Bu dünya fâni, sen de günü ve saati gelince başka bir âleme göç edeceksin. Dünyadan oraya fındık fıstık göndermek mümkün değil ki...
Farelerin de kendilerine mahsus bir etiği, ahlak nizamnamesi olduğunu bilmiyor musun? Niçin ahlaklı ve faziletli bir fare hayatı sürmüyorsun?
Doğrusu sen çılgın bir faresin.
Mehmet Şevket Eygi
14.01.2012
Evliliği zorlaştıran "kadınlar"
On altı yaşında karşımda oturan ve hayatın ne kadar zor olduğundan yakınan, hiçbir şey yapmak istemeyen, yapmaya çalışsa da hemen bıkıveren genç kızı gördüğümde kalbim sıkıştı. “Eyvah!” dedim, “Biz ne yaptık?”
Biz anne babalar, arkadaşlar, ablalar ve abiler olarak, bizden sonra gelenlere kötülük ettik! Kendi yaptıklarımızı zorluklarla elde edilmiş birer başarı öyküleri olarak sunarken, arkamızdan gelenleri ürküttük ve korkuttuk...
Şimdi onlar, içleri zamansız geçmiş meyveler gibi kendi yerlerinde, kendi kendilerine çürüyorlar...
Şevklerini kaybettiler, hayata ve hayatın getirdiği her şeye dair...
Zorlanmak istemiyorlar. Okumak, yıllarca sıralarda sınavlara hazırlanmak, kendilerini yormak istemiyorlar.
Çünkü sormuşlar ablalarına veya abilerine. Onlar da demişler ki: “Üniversite okumak zor ve anlamsız. Köşedeki büfeci bizden iyi kazanıyor... Zengin bir eş bulup, kısa yoldan ve zorlanmadan istediğin her şeye ulaşabilirsin... Bize bak, biz hâlâ anfilerde finallerle mücadele ediyoruz. Sonrada iş bulmak için canımız çıkacak...”
Her şeyin zor olduğunu ve zorlanmanın da kötü bir şey olduğunu sözleriyle, duruşları ve duygularıyla haykıran insanlar var. Bu insanlar, arkadan gelen ve zorlanmak istemeyen, zorlanmak yerine çürümeyi tercih eden bir neslin de mayalanmasına hizmet etmiş oluyorlar bilerek veya bilmeyerek...
.......
Bu sefer karşımda oturan yetişkin bir erkek ve evlenmek istemediğinden bahsediyor... Kadınların özellikle de zamane kadınlarının hayatı zorlaştırmalarından... Beklentilerinin fazlalılığından... Bir sürü eş-dostun yaşantısına ve evliliğine de şahit olmuş. Hepsi eşinden ve evliliğinden yaka silkiyor...
Evlenmek zor ve gereksiz görünüyor gözüne... Zavallı bir kadının sonsuz kaprislerinin girdabında boğulmak gibi geliyor ona evlilik. Kimi dinlediyse evliliğin, bir insanla yakınlaşmanın, kendini bir insanın aynasında yeniden tanımanın güzelliğinden bahsetmemiş çünkü ona...
Hep kavgayı, gürültüyü, sıkıntıyı ve karmaşayı resmetmiş dinlediği her insan. Evliliğin zorluğundan, ev geçindirmenin baskısından, çocuk derdinden hep korkmuş ve zorlanmayı değil, kendi rahatını bozmadan, kendi dünyasında, kendi zindanında, kendi kendisiyle tatmin olmayı tercih etmenin eşiğinde...
.......
Biz insanlara duruşumuzla, şikâyetlerimizle ve memnuniyetsizliklerimizi ballandıra ballandıra anlatmakla, insanların zihinlerine ve kalplerine hayatın zor, okumanın zor, çalışmanın, evlenmenin, ev kurmanın zor olduğu zannını ekiyoruz...
Kendi beceriksizliğimiz yüzünden kendi çözümlerimizi üretemediğimizden, sonuca ulaşamadığımızdan, kendimize dönüp “Ben nerede, neyi eksik yaptım?” diye bakmak yerine söyleniyoruz ve zehirliyoruz çevremizdekileri.
Kendi zorlanmışlıklarımızı abartarak fazladan övülmek adına, “Bak ben ne kadar zorlanarak, kimsenin yapamadığını yaptım!” demek için, bir zorlandıysak beşle çarpıp öyle söylüyoruz... Okumamız zor oluyor; evlenmemiz, evliliği devam ettirmemiz, doğumlarımız zor oluyor; askerliğimiz, bize düşen öğretmen zor, bizim onbaşı felaket... Hâsılı her şey zor…
Biz zor dedikçe arkamızda hayat da bırakmıyoruz, umut da şevk de...
Sanki her şeyi biz yapıyoruz gibi sahiplenerek zorlukların altından kalkmaya çalışan Herkül muamelesi yapıyoruz kendimize.
Oysa sadece istemek elimizde... İstemek ve yola çıkmak... Yolda bizi ulaştıracak olan Yaratıcı var ve onun için zorluk ve kolaylık diye bir şey yok...
Ayrıca zorluklar geliştirir insanı, rahatlık ve kolaylık ise sadece köreltir...
Ve her zorlukla beraber bir kolaylık var edilmiştir yanı sıra...
Ve biz acziyetimiz yoluyla ilişki kurabiliriz Sahibimiz ile...
O zaman ne okumak, ne evlenmek, ne bir kadınla uğraşmak, ne de bir erkekle uğraşmak, ne çocuk büyütmek, ne iş bulmak, ne iş kurmak zor olacak...
Ve sözlerimize dikkat etmeliyiz. Sözlerimiz var ki insanlara hayat veriyor ve sözlerimiz var ki insanlara ümitsizlik veriyor.
Nazlı Özburun / Aile Ve Evlilik Terapisti
nazli@nazliozburun.com
Biz anne babalar, arkadaşlar, ablalar ve abiler olarak, bizden sonra gelenlere kötülük ettik! Kendi yaptıklarımızı zorluklarla elde edilmiş birer başarı öyküleri olarak sunarken, arkamızdan gelenleri ürküttük ve korkuttuk...
Şimdi onlar, içleri zamansız geçmiş meyveler gibi kendi yerlerinde, kendi kendilerine çürüyorlar...
Şevklerini kaybettiler, hayata ve hayatın getirdiği her şeye dair...
Zorlanmak istemiyorlar. Okumak, yıllarca sıralarda sınavlara hazırlanmak, kendilerini yormak istemiyorlar.
Çünkü sormuşlar ablalarına veya abilerine. Onlar da demişler ki: “Üniversite okumak zor ve anlamsız. Köşedeki büfeci bizden iyi kazanıyor... Zengin bir eş bulup, kısa yoldan ve zorlanmadan istediğin her şeye ulaşabilirsin... Bize bak, biz hâlâ anfilerde finallerle mücadele ediyoruz. Sonrada iş bulmak için canımız çıkacak...”
Her şeyin zor olduğunu ve zorlanmanın da kötü bir şey olduğunu sözleriyle, duruşları ve duygularıyla haykıran insanlar var. Bu insanlar, arkadan gelen ve zorlanmak istemeyen, zorlanmak yerine çürümeyi tercih eden bir neslin de mayalanmasına hizmet etmiş oluyorlar bilerek veya bilmeyerek...
.......
Bu sefer karşımda oturan yetişkin bir erkek ve evlenmek istemediğinden bahsediyor... Kadınların özellikle de zamane kadınlarının hayatı zorlaştırmalarından... Beklentilerinin fazlalılığından... Bir sürü eş-dostun yaşantısına ve evliliğine de şahit olmuş. Hepsi eşinden ve evliliğinden yaka silkiyor...
Evlenmek zor ve gereksiz görünüyor gözüne... Zavallı bir kadının sonsuz kaprislerinin girdabında boğulmak gibi geliyor ona evlilik. Kimi dinlediyse evliliğin, bir insanla yakınlaşmanın, kendini bir insanın aynasında yeniden tanımanın güzelliğinden bahsetmemiş çünkü ona...
Hep kavgayı, gürültüyü, sıkıntıyı ve karmaşayı resmetmiş dinlediği her insan. Evliliğin zorluğundan, ev geçindirmenin baskısından, çocuk derdinden hep korkmuş ve zorlanmayı değil, kendi rahatını bozmadan, kendi dünyasında, kendi zindanında, kendi kendisiyle tatmin olmayı tercih etmenin eşiğinde...
.......
Biz insanlara duruşumuzla, şikâyetlerimizle ve memnuniyetsizliklerimizi ballandıra ballandıra anlatmakla, insanların zihinlerine ve kalplerine hayatın zor, okumanın zor, çalışmanın, evlenmenin, ev kurmanın zor olduğu zannını ekiyoruz...
Kendi beceriksizliğimiz yüzünden kendi çözümlerimizi üretemediğimizden, sonuca ulaşamadığımızdan, kendimize dönüp “Ben nerede, neyi eksik yaptım?” diye bakmak yerine söyleniyoruz ve zehirliyoruz çevremizdekileri.
Kendi zorlanmışlıklarımızı abartarak fazladan övülmek adına, “Bak ben ne kadar zorlanarak, kimsenin yapamadığını yaptım!” demek için, bir zorlandıysak beşle çarpıp öyle söylüyoruz... Okumamız zor oluyor; evlenmemiz, evliliği devam ettirmemiz, doğumlarımız zor oluyor; askerliğimiz, bize düşen öğretmen zor, bizim onbaşı felaket... Hâsılı her şey zor…
Biz zor dedikçe arkamızda hayat da bırakmıyoruz, umut da şevk de...
Sanki her şeyi biz yapıyoruz gibi sahiplenerek zorlukların altından kalkmaya çalışan Herkül muamelesi yapıyoruz kendimize.
Oysa sadece istemek elimizde... İstemek ve yola çıkmak... Yolda bizi ulaştıracak olan Yaratıcı var ve onun için zorluk ve kolaylık diye bir şey yok...
Ayrıca zorluklar geliştirir insanı, rahatlık ve kolaylık ise sadece köreltir...
Ve her zorlukla beraber bir kolaylık var edilmiştir yanı sıra...
Ve biz acziyetimiz yoluyla ilişki kurabiliriz Sahibimiz ile...
O zaman ne okumak, ne evlenmek, ne bir kadınla uğraşmak, ne de bir erkekle uğraşmak, ne çocuk büyütmek, ne iş bulmak, ne iş kurmak zor olacak...
Ve sözlerimize dikkat etmeliyiz. Sözlerimiz var ki insanlara hayat veriyor ve sözlerimiz var ki insanlara ümitsizlik veriyor.
Nazlı Özburun / Aile Ve Evlilik Terapisti
nazli@nazliozburun.com
10 Ocak 2012 Salı
Erkeğin üstünlüğü kabul edilmeli Sema Maraşlı
Küçükçekmece Belediyesi geçtiğimiz günlerde tartışılacak bir etkinliğe ev sahipliği yaptı. Belediyenin davetiyle ilçede yaşayan kadınlarla evlilik ve kadın erkek ilişkileri hakkında bir söyleşi yapan yazar Sema Maraşlı, kadınlara erkeğe teslimiyet telkin etti.
"EVLİLİKLER İNANÇLA YÜRÜTÜLMELİ"
Milliyet gazetesinden Gürkan Akgüneş'in haberine göre, kadından otorite olmayacağını savunan Maraşlı, "Kadınlar, okuyan kız çocuklarını bile elinde mesleğin olsun, kendine güven, eşine muhtaç olma diye yönlendiriyor. Bu bilinçle yetişen kızların ileride evlilikleri yürümüyor. Evliliklerin psikolojiden ziyade inançla yürütülmesi gerekir" dedi.
Sema Maraşlı'nın geçtiğimiz Cuma günü Cennet Kültür ve Sanat Merkezi'nde "Mutlu Bir Evlilik Emek İster" konulu söyleşide yaptığı konuşmadan bazı bölümler şöyle:
'KADIN ERKEKLEŞMEMELİ'
"Evlilik üzerinde medyanın oyunlarına dikkat etmek gerekir. Kadınlar eğer duygusal bir boşluktaysa ve çok fazla dizi izliyorsa, o dizideki aşklardan ve kadın üstünlüğünden etkileniyorlar. Dizilerdeki kadınlar çok erkeksi, dediğim dedik, akıllı ve kendini beğenmiş. Bu izlenimler, kadınları yanlış yönlendiriyor. Bu noktada kadınlarda erkekleşme başlıyor. Kadınlar hiçbir zaman edasını kaybetmemelidir. Hz. Muhammed, erkekleşen kadınlara, kadınlaşan erkeklere lanet etmiştir. Allah'ın kurduğu sistemde her şey zıttıyla vardır."
'KADIN TESLİMİYETÇİDİR'
"Erkek ve kadın doğuştan farklı yaratılmıştır. Allah kadınları şefkatli ve teslimiyetçi yaratmıştır. Erkekler ise güç, iddia ve başarı üzerine yaratılmıştır. Erkeğin hayata bakışı serttir. Kadınlarsa duygusaldır. Zaten normal olan erkeğin kadın " href="http://www.kadinvekadin.net" target="_blank"> kadın gibi olmamasıdır."
'ERKEĞİN ÜSTÜNLÜĞÜ VAR'
Aile yapısında en büyük bozulmanın kadının erkekleşmesi olduğunu savunan Maraşlı, yeni neslin evliliklerin zor olacağını da dile getirererek şunları kaydetti: "Kadınlar, okuyan kız çocuklarını bile elinde mesleğin olsun, kendine güven, eşine muhtaç olma diye yönlendiriyor. Bu bilinçle yetişen kızların ileride evlilikleri yürümüyor. Evliliklerin psikolojiden ziyade inançla yürütülmesi gerekir. Bu noktada, kadınlar erkeklerin üstünlüğünü kabul etsin. Kuran-ı Kerim'de de evin reisi erkek olduğu bildirilir. Kadından otorite olmaz."
İmam Hatip Lisesi'ni bitiren Maraşlı, Diyanet İşleri Başkanlığı'nda Kuran kursu öğretmenliği yaptı. İkinci evliliğini yapan Maraşlı'nın çoğunluğu masal yayınlanmış 11 kitabı bulunuyor.
"EVLİLİKLER İNANÇLA YÜRÜTÜLMELİ"
Milliyet gazetesinden Gürkan Akgüneş'in haberine göre, kadından otorite olmayacağını savunan Maraşlı, "Kadınlar, okuyan kız çocuklarını bile elinde mesleğin olsun, kendine güven, eşine muhtaç olma diye yönlendiriyor. Bu bilinçle yetişen kızların ileride evlilikleri yürümüyor. Evliliklerin psikolojiden ziyade inançla yürütülmesi gerekir" dedi.
Sema Maraşlı'nın geçtiğimiz Cuma günü Cennet Kültür ve Sanat Merkezi'nde "Mutlu Bir Evlilik Emek İster" konulu söyleşide yaptığı konuşmadan bazı bölümler şöyle:
'KADIN ERKEKLEŞMEMELİ'
"Evlilik üzerinde medyanın oyunlarına dikkat etmek gerekir. Kadınlar eğer duygusal bir boşluktaysa ve çok fazla dizi izliyorsa, o dizideki aşklardan ve kadın üstünlüğünden etkileniyorlar. Dizilerdeki kadınlar çok erkeksi, dediğim dedik, akıllı ve kendini beğenmiş. Bu izlenimler, kadınları yanlış yönlendiriyor. Bu noktada kadınlarda erkekleşme başlıyor. Kadınlar hiçbir zaman edasını kaybetmemelidir. Hz. Muhammed, erkekleşen kadınlara, kadınlaşan erkeklere lanet etmiştir. Allah'ın kurduğu sistemde her şey zıttıyla vardır."
'KADIN TESLİMİYETÇİDİR'
"Erkek ve kadın doğuştan farklı yaratılmıştır. Allah kadınları şefkatli ve teslimiyetçi yaratmıştır. Erkekler ise güç, iddia ve başarı üzerine yaratılmıştır. Erkeğin hayata bakışı serttir. Kadınlarsa duygusaldır. Zaten normal olan erkeğin kadın " href="http://www.kadinvekadin.net" target="_blank"> kadın gibi olmamasıdır."
'ERKEĞİN ÜSTÜNLÜĞÜ VAR'
Aile yapısında en büyük bozulmanın kadının erkekleşmesi olduğunu savunan Maraşlı, yeni neslin evliliklerin zor olacağını da dile getirererek şunları kaydetti: "Kadınlar, okuyan kız çocuklarını bile elinde mesleğin olsun, kendine güven, eşine muhtaç olma diye yönlendiriyor. Bu bilinçle yetişen kızların ileride evlilikleri yürümüyor. Evliliklerin psikolojiden ziyade inançla yürütülmesi gerekir. Bu noktada, kadınlar erkeklerin üstünlüğünü kabul etsin. Kuran-ı Kerim'de de evin reisi erkek olduğu bildirilir. Kadından otorite olmaz."
İmam Hatip Lisesi'ni bitiren Maraşlı, Diyanet İşleri Başkanlığı'nda Kuran kursu öğretmenliği yaptı. İkinci evliliğini yapan Maraşlı'nın çoğunluğu masal yayınlanmış 11 kitabı bulunuyor.
Kayınvalide sorunlarını azaltmak için erkek ne yapmalı?
Geçen hafta erkeğin "annesi, karısı ve kayınvalidesi" olmak üzere "Erkeğin İdare Etmesi Gereken Üç Kadın" başlıklı bir yazı yazmıştım. "Devam edeceğiz." demiştim. Sorunu yazdık, çözümler üzerinde biraz kafa yoralım. Erkeğin üç kadının ortasında, kendini ezdirmeden ve onlardan birini ezmeden, idare edebilmesi için bazı bilgilere ve de taktiklere ihtiyacı vardır.
Gelin-Kayınvalide sorunlarını azaltmak için erkeğin annesine karşı yapması gerekenler:
İlk adım:
Başta işi sağlama alın. Evlilik öncesi anne ve babanızla oturup ciddi bir konuşma yapın. Bir aile kurulduğunun ve o ailenin reisinin siz olmanız gerektiğini anlatın.
Artık onların küçük çocuğu olmadığınızı ve asla eşinizin yanında sert söz, azar duymak istemediğinizi söyleyin. "Siz beni saymazsanız eşim hiç saymaz. Özellikle eşimin yanında bana değer verdiğinizi gösterin." deyin. Anneler evlatlarının büyüdüklerini kabul etmekte zorlanıyorlar. Evlenen çocukları üzerinde etkili olmaya çalışıyorlar bu da erkeğin kendi evini idare etmesini zorlaştırıyor.
İkinci Adım:
Ailenizde karar yetkisinin size ait olması gerektiğini anlatın. Onlara saygı duyduğunuzu; fakat eşiniz ve evliliğiniz ile ilgili kararları sizin vermeniz gerektiğini söyleyin. İyi niyetli de olsa ailenin karışması ilerde pek çok sorunlara sebep oluyor. Bazen kayınpederler çoğunlukla kayınvalideler gelin tarafından sevilmek için çok toleranslı davranabiliyorlar, oğullarının istemediği rahatsız olduğu pek çok konuda geline destek oluyorlar.
Gelinin gidip geleceği yerler ya da çalışma hayatı gibi konularda gelinden yana olup oğullarının itirazlarını dikkate almıyorlar. "Biz izin verdik" diyebiliyorlar. Erkek bu kadın dayanışması karşısında yalnız kalabiliyor. Bu durumun risklerini en başta aileniz ile konuşun. Sonunda iki kadının birbirine düşman olma ihtimali yüksektir. Annenizle aynı evde bile yaşıyor olsanız, eşiniz ile ilgili konulara annenizi karıştırmayın. Herkes duracağı yeri bilsin.
Üçüncü adım:
Annenize eşinizi övmeyin. Anneniz de bir kadındır ve kadınların erkeklerden daha fazla yaşadığı kıskançlık sorunundan beri değildir. Hatta oğlunu başka bir kadınla paylaşmak durumunda olduğu için kıskançlığı oldukça yüksek dozlarda olabilir.
Her ne kadar anne sevgisi ve eş sevgisi çok ayrı şeyler olsa da; anne oğlunun başka bir kadını kendinden daha çok sevme ihtimalini bile sevmez ve rahatsız olur. Bu yüzden anneyi kıskandıracak davranışlardan uzak durmak gerek. Annenizin yanında eşinize fazla muhabbet gösterisinde bulunmayın.
Annenize evlilik öncesi eş adayınızı ve evlilik sürecinde eşinizi çok övmeyin, eşinizin meziyetlerini sayıp dökmeyin. Mesela: Eşiniz istediği kadar güzel yemek yapsın, bunu annenize anlatıp kıskandırmanın kimseye bir faydası yok, o her zaman oğlunun onun yemeklerini daha çok sevdiğini ve beğendiğini düşünmekten mutlu olacaktır. Bırakın öyle bilsin.
Dördüncü Adım:
Annenize eşiniz ya da ailesini savunmayın. Anneler oğulları ile dertleşmeyi, gelinin arkasından konuşmayı severler. Anneniz eşinizi eleştirdiğinde eşinizin iyi yönlerini sayarak, eşinizi annenize sevdirmeye çalışmayın. Bu onu sadece kızdırır ve gelinden iyice soğumasını sağlar. Annenizin eleştirileri karşısında eşinizi savunmanız onun: "el kızını bana tercih ediyor" diye düşünmesine sebep olacak ve işin tuhaf tarafı, size değil geline kızgınlık besleyecektir.
En basitinden bir kaç örnek: Anneniz "eşin pek temiz değil" dedi. "anne ne yapsın çocuklar var, elinden geleni yapıyor, ancak yetişebiliyor" gibi savunma cümlelerine falan başlamayın. "Tamam anne, ben onunla konuşurum, biraz daha temizliğe dikkat etmesini söylerim." gibi bir cümle kurup geçiştirin. Tabi eşiniz yanınızda yoksa. Eşiniz yanınızdayken anneniz onu eleştirirse durum daha vahim. Bu durumda hiç konuşmamak ve ortamı terk etmek, daha sonra iki kadınla ayrı ayrı konuşmak daha doğrudur.
Beşinci Adım:
Evlendikten sonra annenizi bol bol takdir edin. Özellikle eşinizi eleştirdiği konularda kendi farkının görülmesini istiyor ve takdir bekliyordur. Böyle bir eleştiri karşısında "Anne senin gibi mükemmel bir kadın olması mümkün değil." "Senin gibi lezzetli yemekler yapamıyor, senin gibi hamarat değil." gibi içini ferahlatacak bir kaç cümle söylemeniz onu çok rahatlatacaktır. Ve gelinle ilişkisini daha iyi tutacaktır, nasıl olsa gelin geriden geliyor ve onun kadar olamıyor.
Bunlar yalana girmez; aile hayatında böyle şeylerin söylenmesi takdir ve iltifata girer. Kadınlar gerçeği duymaktan çok hoşlanmazlar, onlar sadece duymayı bekledikleri şeyi duymak isterler. Rabbimiz de "anne babaya güzel söz söyleyin" buyuruyor.
Kadınların en çok duymaktan hoşlandıkları "haklısın" sözcüğüdür. Kadınlar her durumda haklı çıkmak isterler, zaten hep haklı olduklarına inanırlar. "Haklısın anne, söylediğin konulara dikkat edeceğim." Yalnız annenizin sözlerinin klasik bir kadın kıskançlığı olma ihtimali de olduğu için her dediği şeye dikkat etmeyin. Fakat her sözünü de kulak ardı etmeyin, süzgeçten geçirip bakın öyle karar verin, bazen size evliliğiniz ile ilgili doğru adımları da gösteriyor olabilir.
Altıncı Adım:
Annenize evinizin reisi olduğunuzu gösterin. Erkek annelerinin en büyük korkusu oğullarının gelin tarafından idare edilmesidir. Kadınlar kendi evliliklerinde kocayı idare etmeyi, ona hükmetmeyi pek severler; fakat iş oğullarına geldiğinde oğullarının gelinin emrine girme ihtimalinden bile çok korkarlar.
Oysa kendileri evde kocaları üzerinde otorite olarak, oğullarına çok kötü örnek olmuşlardır; fakat bunun farkında olmazlar. Kocalarını kuzuya çevirmiş kadınlar, oğullarının aslan gibi koca olmasını beklerler. "Erkek dediğin şöyle olmalı, böyle olmalı" diye nutuk atarlar. Kuzu bir baba modeli gören bir erkeğin, aslan gibi koca olması biraz zordur. Bunun için erkeğin özel gayret sarf etmesi ve farkındalığını artırması lâzım.
Pek çok erkek, farkında olmadan kendi ailesinin yanında, karısına biraz sert davranır. Evinde kendi işini yapan hatta eşine yardım eden adam, ailesinin yanına gidince, oturup bekler; karısından bir şeyler yapmasını ister. Evinde emrederek konuşmayan erkek, ailesinin yanında karısıyla daha emrivaki konuşur. Erkek bunu bilinçli yapmadığı için karısı söylediğinde kabul etmez.
Kadınlar da kocalarını ailesinin yanında ki bu değişim haline acayip sinir olurlar. "Evde ne derse desin; ama başkalarının yanında hele ki kayınvalidenin yanında çok iyi davransın isterler. " Çünkü bilirler ki kayınvalide onu kıskanıyor, bu kıskançlığı körüklemek gelinlere keyif verir çoğu zaman. Oysa kıskançlık her zaman karşıdakine zarar verir.
Kayınvalideyi kıskandırmanın kimseye faydası yoktur, tam aksi zararı dokunur. Annelerin oğlunun evinin reisi olması arzusunda bir sorun yok; fakat bunun için gösterdikleri yol yanlış olabilir. Bu da annenin aklına, hayata doğru noktadan bakıp bakmamasına göre değişir. Huysuz bir anneniz varsa onun "Şuna izin ver buna izin verme, çok para verme, karına çok yüz verme, sert davran, yoksa seni dinlemez." gibi öğütleri olabilir, bunları sakın ciddiye alıp evlilik hayatınızda uygulamaya çalışmayın. Annelerin oğullarının geline karşı söz hakkı üstünlüğü olmasını istemelerinde bir sebep de yaşlandıklarında oğullarının evinde kalabilmeleri ve hatırlarının sayılabilmeleri arzusundandır.
Burada önemli olan nokta erkeğin annesini kırmadan, annesinin sözüne bakarak eşine haksızlık etmeden durumu kurtarmasıdır.
Gelin -Kayınvalide sorunlarını azaltmak için erkeğin eşine karşı yapması gerekenler:
Birinci Adım:
Annenizin hatalarını kabul edin. Kadınların bu konuda en büyük şikayetleri kocalarının annelerinin hatalarını görmüyor oluşları.
Erkekler annelerinin hatalarını görürler; fakat eşlerine itiraf etmek istemezler. Erkek annesinin hatasını kabul ederse, eşinin annesine kızgınlığının artacağını düşünür. Oysa kadın, kocası annesini savundukça, hatalarını örtmeye çalıştıkça daha da kızgınlaşır. Bu durumda kadın eşine annesinin hatasını göstermeyi kendine iş edinir. Bu yüzden karınız annenizin hatalarını söylüyorsa, (saygı sınırlarını aşıp hakaret etmeden) eşinizi dinleyin ve annenizin hatalarını kabul edin. Ya da kardeşlerinizin. Konu hep anne üzerinden ağırlıklı gidiyor ama diğer yakın akrabalar sorun olabiliyor.
Eşinizin aileniz ile ilgi sorunlarını dinlemeniz onu rahatlatacaktır. Dinleyin, hak verin ve konuyu kapatın, uzatmayın. Kadın sözünün peşine düşmeyin, konuyu uzatıp, takip etmeyin.
İkinci Adım:
Eşinizin anneniz ile iyi geçinmesini takdir edin. Kadınların bu konuda bir şikayeti de kocalarının ailesi ile ilgili yaptıkları iyiliklerin güzelliklerin görülmemesi. Bu da kadınların hevesini kırıyor. Mesela bir hanım şöyle demişti: "Evlendiğim günden beri kayınvalidem ile oturuyorum ve elimden geldiğince ona iyi davranıyorum, saygı duyuyorum. Fakat eşim bir gün takdir etmedi: "Allah razı olsun, anneme hizmet ediyorsun" demedi. Bu beni üzüyor, mecburmuşum gibi davranılınca, kıymet bilinmeyince üzülüyorum."
Kadınlar enerjilerini güzel sözlerden alırlar, bu yüzden erkeklerin güzel söz, iltifat ve takdir cimrisi olmaması lâzım. Güzel sözlerle karınıza destek olursanız, iyilik enerjisi artar. Eşinizin annenize yaptığı küçük bir iyilik olsa bile, annenize telefonla araması bile olabilir bu:
"Sağol canım, annemle iyi anlaşmaya çalıştığını görünce mutlu oluyorum, sana olan sevgim artıyor. Benim işimi kolaylaştırıyorsun, yükümü azaltıyorsun, çok güzel huylusun, benim güzel karım." gibi iltifatlar kadınların davranışlarını iyi yönde artırmalarına sebep olur.
Damat-Kayınvalide sorunlarına karşı erkeğin yapması gerekenler:
İlk adım:
Kayınvalideyi başta iyi gözlemlemek gerekir. Aklı başında bir kadın mı? Ailenize faydası mı olur, zararı mı olur. Ne zaman gelip ne zaman gideceğini biliyor mu? Kızını doğru yönlendiriyor mu? İşlerinize karışmaya evinizi idare etmeye çalışıyor mu?
Zararı olacağını görüyorsanız evliliğin ilk günlerinden itibaren sınırlarınızı belirleyin. Saygı da kusur etmemeye çalışarak evinizi yönetmesine izin vermeyin.
Fakat aklı başında iyi niyetli bir kadınsa ilişkileri daha sıcak ve samimi götürmek, anne evlat gibi olabilmek güzeldir. Tabi bu arada kendi annenizi kıskandırmadan.
İkinci adım:
Eşinizin ailesinin zor günlerinde muhakkak yanlarında olun. Hastalık, ameliyat, ölüm, maddi sıkıntı... Bu gibi durumlarda destek olun, eşinizi de onların yanında olmasında yardımcı olun.
Üçüncü adım:
Kayınvalide ile geçinmenin en iyi yolu ona kızını övmektir. Çünkü annelerin en büyük korkusu kızları evlendikten sonra söz duymaktır. Çünkü kız bir hata yaptığında ilk söz "anne terbiyesi almamış" olur. Hatta beddua edilir "Annen seni yetiştirmez olaydı." diye. Bu yüzden kız anneleri övgü duymayı pek severler. Arada bir "Allah razı olsun sizden, karımdan çok memnunum, çok iyi yetiştirmişsiniz." gibi övgülerle anneyi yanınıza alırsanız, eşinizle de işiniz kolay olur.
Özetlersek, erkeğin özellikle annesinin ve eşinin iyi anlaşması için paylaşılamayan kendisi olduğundan dolayı, iki kadın arasında telef olmamak için Nasreddin Hoca gibi ikisine de ayrı ayrı mavi boncuk verip durumu idare etmesi gerekir. Her zaman yumuşaklık işe yaramayabilir. Yine de anlaşmazlık çıkarsa "One minute" deyip masaya yumruğunu vurması işe yarayabilir.
Sema Maraşlı - Haber 7
semamarasli@gmail.com
www.cocukaile.net
Gelin-Kayınvalide sorunlarını azaltmak için erkeğin annesine karşı yapması gerekenler:
İlk adım:
Başta işi sağlama alın. Evlilik öncesi anne ve babanızla oturup ciddi bir konuşma yapın. Bir aile kurulduğunun ve o ailenin reisinin siz olmanız gerektiğini anlatın.
Artık onların küçük çocuğu olmadığınızı ve asla eşinizin yanında sert söz, azar duymak istemediğinizi söyleyin. "Siz beni saymazsanız eşim hiç saymaz. Özellikle eşimin yanında bana değer verdiğinizi gösterin." deyin. Anneler evlatlarının büyüdüklerini kabul etmekte zorlanıyorlar. Evlenen çocukları üzerinde etkili olmaya çalışıyorlar bu da erkeğin kendi evini idare etmesini zorlaştırıyor.
İkinci Adım:
Ailenizde karar yetkisinin size ait olması gerektiğini anlatın. Onlara saygı duyduğunuzu; fakat eşiniz ve evliliğiniz ile ilgili kararları sizin vermeniz gerektiğini söyleyin. İyi niyetli de olsa ailenin karışması ilerde pek çok sorunlara sebep oluyor. Bazen kayınpederler çoğunlukla kayınvalideler gelin tarafından sevilmek için çok toleranslı davranabiliyorlar, oğullarının istemediği rahatsız olduğu pek çok konuda geline destek oluyorlar.
Gelinin gidip geleceği yerler ya da çalışma hayatı gibi konularda gelinden yana olup oğullarının itirazlarını dikkate almıyorlar. "Biz izin verdik" diyebiliyorlar. Erkek bu kadın dayanışması karşısında yalnız kalabiliyor. Bu durumun risklerini en başta aileniz ile konuşun. Sonunda iki kadının birbirine düşman olma ihtimali yüksektir. Annenizle aynı evde bile yaşıyor olsanız, eşiniz ile ilgili konulara annenizi karıştırmayın. Herkes duracağı yeri bilsin.
Üçüncü adım:
Annenize eşinizi övmeyin. Anneniz de bir kadındır ve kadınların erkeklerden daha fazla yaşadığı kıskançlık sorunundan beri değildir. Hatta oğlunu başka bir kadınla paylaşmak durumunda olduğu için kıskançlığı oldukça yüksek dozlarda olabilir.
Her ne kadar anne sevgisi ve eş sevgisi çok ayrı şeyler olsa da; anne oğlunun başka bir kadını kendinden daha çok sevme ihtimalini bile sevmez ve rahatsız olur. Bu yüzden anneyi kıskandıracak davranışlardan uzak durmak gerek. Annenizin yanında eşinize fazla muhabbet gösterisinde bulunmayın.
Annenize evlilik öncesi eş adayınızı ve evlilik sürecinde eşinizi çok övmeyin, eşinizin meziyetlerini sayıp dökmeyin. Mesela: Eşiniz istediği kadar güzel yemek yapsın, bunu annenize anlatıp kıskandırmanın kimseye bir faydası yok, o her zaman oğlunun onun yemeklerini daha çok sevdiğini ve beğendiğini düşünmekten mutlu olacaktır. Bırakın öyle bilsin.
Dördüncü Adım:
Annenize eşiniz ya da ailesini savunmayın. Anneler oğulları ile dertleşmeyi, gelinin arkasından konuşmayı severler. Anneniz eşinizi eleştirdiğinde eşinizin iyi yönlerini sayarak, eşinizi annenize sevdirmeye çalışmayın. Bu onu sadece kızdırır ve gelinden iyice soğumasını sağlar. Annenizin eleştirileri karşısında eşinizi savunmanız onun: "el kızını bana tercih ediyor" diye düşünmesine sebep olacak ve işin tuhaf tarafı, size değil geline kızgınlık besleyecektir.
En basitinden bir kaç örnek: Anneniz "eşin pek temiz değil" dedi. "anne ne yapsın çocuklar var, elinden geleni yapıyor, ancak yetişebiliyor" gibi savunma cümlelerine falan başlamayın. "Tamam anne, ben onunla konuşurum, biraz daha temizliğe dikkat etmesini söylerim." gibi bir cümle kurup geçiştirin. Tabi eşiniz yanınızda yoksa. Eşiniz yanınızdayken anneniz onu eleştirirse durum daha vahim. Bu durumda hiç konuşmamak ve ortamı terk etmek, daha sonra iki kadınla ayrı ayrı konuşmak daha doğrudur.
Beşinci Adım:
Evlendikten sonra annenizi bol bol takdir edin. Özellikle eşinizi eleştirdiği konularda kendi farkının görülmesini istiyor ve takdir bekliyordur. Böyle bir eleştiri karşısında "Anne senin gibi mükemmel bir kadın olması mümkün değil." "Senin gibi lezzetli yemekler yapamıyor, senin gibi hamarat değil." gibi içini ferahlatacak bir kaç cümle söylemeniz onu çok rahatlatacaktır. Ve gelinle ilişkisini daha iyi tutacaktır, nasıl olsa gelin geriden geliyor ve onun kadar olamıyor.
Bunlar yalana girmez; aile hayatında böyle şeylerin söylenmesi takdir ve iltifata girer. Kadınlar gerçeği duymaktan çok hoşlanmazlar, onlar sadece duymayı bekledikleri şeyi duymak isterler. Rabbimiz de "anne babaya güzel söz söyleyin" buyuruyor.
Kadınların en çok duymaktan hoşlandıkları "haklısın" sözcüğüdür. Kadınlar her durumda haklı çıkmak isterler, zaten hep haklı olduklarına inanırlar. "Haklısın anne, söylediğin konulara dikkat edeceğim." Yalnız annenizin sözlerinin klasik bir kadın kıskançlığı olma ihtimali de olduğu için her dediği şeye dikkat etmeyin. Fakat her sözünü de kulak ardı etmeyin, süzgeçten geçirip bakın öyle karar verin, bazen size evliliğiniz ile ilgili doğru adımları da gösteriyor olabilir.
Altıncı Adım:
Annenize evinizin reisi olduğunuzu gösterin. Erkek annelerinin en büyük korkusu oğullarının gelin tarafından idare edilmesidir. Kadınlar kendi evliliklerinde kocayı idare etmeyi, ona hükmetmeyi pek severler; fakat iş oğullarına geldiğinde oğullarının gelinin emrine girme ihtimalinden bile çok korkarlar.
Oysa kendileri evde kocaları üzerinde otorite olarak, oğullarına çok kötü örnek olmuşlardır; fakat bunun farkında olmazlar. Kocalarını kuzuya çevirmiş kadınlar, oğullarının aslan gibi koca olmasını beklerler. "Erkek dediğin şöyle olmalı, böyle olmalı" diye nutuk atarlar. Kuzu bir baba modeli gören bir erkeğin, aslan gibi koca olması biraz zordur. Bunun için erkeğin özel gayret sarf etmesi ve farkındalığını artırması lâzım.
Pek çok erkek, farkında olmadan kendi ailesinin yanında, karısına biraz sert davranır. Evinde kendi işini yapan hatta eşine yardım eden adam, ailesinin yanına gidince, oturup bekler; karısından bir şeyler yapmasını ister. Evinde emrederek konuşmayan erkek, ailesinin yanında karısıyla daha emrivaki konuşur. Erkek bunu bilinçli yapmadığı için karısı söylediğinde kabul etmez.
Kadınlar da kocalarını ailesinin yanında ki bu değişim haline acayip sinir olurlar. "Evde ne derse desin; ama başkalarının yanında hele ki kayınvalidenin yanında çok iyi davransın isterler. " Çünkü bilirler ki kayınvalide onu kıskanıyor, bu kıskançlığı körüklemek gelinlere keyif verir çoğu zaman. Oysa kıskançlık her zaman karşıdakine zarar verir.
Kayınvalideyi kıskandırmanın kimseye faydası yoktur, tam aksi zararı dokunur. Annelerin oğlunun evinin reisi olması arzusunda bir sorun yok; fakat bunun için gösterdikleri yol yanlış olabilir. Bu da annenin aklına, hayata doğru noktadan bakıp bakmamasına göre değişir. Huysuz bir anneniz varsa onun "Şuna izin ver buna izin verme, çok para verme, karına çok yüz verme, sert davran, yoksa seni dinlemez." gibi öğütleri olabilir, bunları sakın ciddiye alıp evlilik hayatınızda uygulamaya çalışmayın. Annelerin oğullarının geline karşı söz hakkı üstünlüğü olmasını istemelerinde bir sebep de yaşlandıklarında oğullarının evinde kalabilmeleri ve hatırlarının sayılabilmeleri arzusundandır.
Burada önemli olan nokta erkeğin annesini kırmadan, annesinin sözüne bakarak eşine haksızlık etmeden durumu kurtarmasıdır.
Gelin -Kayınvalide sorunlarını azaltmak için erkeğin eşine karşı yapması gerekenler:
Birinci Adım:
Annenizin hatalarını kabul edin. Kadınların bu konuda en büyük şikayetleri kocalarının annelerinin hatalarını görmüyor oluşları.
Erkekler annelerinin hatalarını görürler; fakat eşlerine itiraf etmek istemezler. Erkek annesinin hatasını kabul ederse, eşinin annesine kızgınlığının artacağını düşünür. Oysa kadın, kocası annesini savundukça, hatalarını örtmeye çalıştıkça daha da kızgınlaşır. Bu durumda kadın eşine annesinin hatasını göstermeyi kendine iş edinir. Bu yüzden karınız annenizin hatalarını söylüyorsa, (saygı sınırlarını aşıp hakaret etmeden) eşinizi dinleyin ve annenizin hatalarını kabul edin. Ya da kardeşlerinizin. Konu hep anne üzerinden ağırlıklı gidiyor ama diğer yakın akrabalar sorun olabiliyor.
Eşinizin aileniz ile ilgi sorunlarını dinlemeniz onu rahatlatacaktır. Dinleyin, hak verin ve konuyu kapatın, uzatmayın. Kadın sözünün peşine düşmeyin, konuyu uzatıp, takip etmeyin.
İkinci Adım:
Eşinizin anneniz ile iyi geçinmesini takdir edin. Kadınların bu konuda bir şikayeti de kocalarının ailesi ile ilgili yaptıkları iyiliklerin güzelliklerin görülmemesi. Bu da kadınların hevesini kırıyor. Mesela bir hanım şöyle demişti: "Evlendiğim günden beri kayınvalidem ile oturuyorum ve elimden geldiğince ona iyi davranıyorum, saygı duyuyorum. Fakat eşim bir gün takdir etmedi: "Allah razı olsun, anneme hizmet ediyorsun" demedi. Bu beni üzüyor, mecburmuşum gibi davranılınca, kıymet bilinmeyince üzülüyorum."
Kadınlar enerjilerini güzel sözlerden alırlar, bu yüzden erkeklerin güzel söz, iltifat ve takdir cimrisi olmaması lâzım. Güzel sözlerle karınıza destek olursanız, iyilik enerjisi artar. Eşinizin annenize yaptığı küçük bir iyilik olsa bile, annenize telefonla araması bile olabilir bu:
"Sağol canım, annemle iyi anlaşmaya çalıştığını görünce mutlu oluyorum, sana olan sevgim artıyor. Benim işimi kolaylaştırıyorsun, yükümü azaltıyorsun, çok güzel huylusun, benim güzel karım." gibi iltifatlar kadınların davranışlarını iyi yönde artırmalarına sebep olur.
Damat-Kayınvalide sorunlarına karşı erkeğin yapması gerekenler:
İlk adım:
Kayınvalideyi başta iyi gözlemlemek gerekir. Aklı başında bir kadın mı? Ailenize faydası mı olur, zararı mı olur. Ne zaman gelip ne zaman gideceğini biliyor mu? Kızını doğru yönlendiriyor mu? İşlerinize karışmaya evinizi idare etmeye çalışıyor mu?
Zararı olacağını görüyorsanız evliliğin ilk günlerinden itibaren sınırlarınızı belirleyin. Saygı da kusur etmemeye çalışarak evinizi yönetmesine izin vermeyin.
Fakat aklı başında iyi niyetli bir kadınsa ilişkileri daha sıcak ve samimi götürmek, anne evlat gibi olabilmek güzeldir. Tabi bu arada kendi annenizi kıskandırmadan.
İkinci adım:
Eşinizin ailesinin zor günlerinde muhakkak yanlarında olun. Hastalık, ameliyat, ölüm, maddi sıkıntı... Bu gibi durumlarda destek olun, eşinizi de onların yanında olmasında yardımcı olun.
Üçüncü adım:
Kayınvalide ile geçinmenin en iyi yolu ona kızını övmektir. Çünkü annelerin en büyük korkusu kızları evlendikten sonra söz duymaktır. Çünkü kız bir hata yaptığında ilk söz "anne terbiyesi almamış" olur. Hatta beddua edilir "Annen seni yetiştirmez olaydı." diye. Bu yüzden kız anneleri övgü duymayı pek severler. Arada bir "Allah razı olsun sizden, karımdan çok memnunum, çok iyi yetiştirmişsiniz." gibi övgülerle anneyi yanınıza alırsanız, eşinizle de işiniz kolay olur.
Özetlersek, erkeğin özellikle annesinin ve eşinin iyi anlaşması için paylaşılamayan kendisi olduğundan dolayı, iki kadın arasında telef olmamak için Nasreddin Hoca gibi ikisine de ayrı ayrı mavi boncuk verip durumu idare etmesi gerekir. Her zaman yumuşaklık işe yaramayabilir. Yine de anlaşmazlık çıkarsa "One minute" deyip masaya yumruğunu vurması işe yarayabilir.
Sema Maraşlı - Haber 7
semamarasli@gmail.com
www.cocukaile.net
2 Ocak 2012 Pazartesi
Fethullah Gülen;İslâm ve inanç - amel münasebeti
"Bu not benim:1)“Asarsınız, kesersiniz diyorlar”.- Bir insanı kazansak ecri ile cennet bizim olur. -Ölüye ne anlatabiliriz ki?( Mahmut Efendi Hazretleri)"
Fethullah Gülen efendinin yazısı:>
İslâm’ın biri inanç, diğeri de amel olmak üzere iki yanı vardır. Bunlar eskilerin ifadesiyle birbirinin “lâzım‑ı gayr‑ı mufârıkı” yani ayrılmaz parçalarıdır.
İnanç; dinî literatürdeki ifadesiyle itikat, aksine ihtimal vermeyecek şekilde inanma demektir. Meselâ, Allah, Hazreti Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem), Kur’ân, ahiret vb. inanılması gerekli olan inanç manzumesindeki şeylere, aksine ihtimal vermeyecek şekilde inanma, her mü’mine mükellefiyet olarak yüklenen hususların başında gelir. Bizler böyle bir inanç seviyesine ulaşabilmek için, elimizden gelen her şeyi yaparız; daha doğrusu yapmamız gerekir.
Amele gelince; Kur’ân’ın ifadesiyle “amel‑i sâlih” yani eksiksiz, kusursuz, arızasız iş, bu da inancın yanında İslâm’ın ikinci önemli unsurudur. Meselâ, ibadet, bu konuda “olmazsa olmaz” deyimi ile ifade edilebilecek bir yere sahiptir. Namaz, oruç, hac, zekât gibi yükümlülüklere ibadet, bunları yapmaya ubûdiyet, yapana âbid, ibadet yapılan Zât’a da Mâbud denir ki bu kelimelerin hepsi de aynı kökten gelmektedir.
İbadetler, itikada ait meselelerin bir yönüyle blokajı, bir yönüyle de onları inkişaf ettiren fakülteler gibidir. Zira ibadet olmaz ve günümüzde çok yaygın bir kanaate göre hareket edilerek, din vicdanlara hapsedilirse –hafizenallah– inhiraf edip mahvolma ve tabiî ki bunun neticesi olarak dünya ve ukbâ hayatını kaybetme kaçınılmaz olur. Evet, insanın, değişik kaymalarından korunması ve inancını sağlama bağlaması ancak ibadetle mümkündür. Bu açıdan, rahatlıkla denilebilir ki, bir mü’minin kendi olması ve özüyle bütünleşmesi ancak ibadet ile olabilir. Kant’ın “Allah nazarî akılla değil, amelî akılla bilinir.” tespiti de bu hükmü doğrulama istikametinde söylenmiş olduğu kabul edilebilir.
Evet, insan ilmî araştırmalar neticesi Allah’a iman edebilir ama bu nazarî bir imandır. Onun gerçek imana dönüşmesi ve imanla hedeflenen seviyeye yükselmesi, ancak ibadet ü taatle gerçekleşebilir. Bu açıdan denebilir ki, ibadet, tabiatının bir parçası hâline gelmeyen ve onda derinleşemeyen bir insanın kayması ve yoldan çıkması daima melhuzdur. Ve buradan hareketle, “İnanıyorum ama içki de içiyorum veya namaz kılamıyorum...” diyen insanların teminat kordonlarından birinin kopuk olduğunu söyleyebiliriz. Bu kişiler sözlerinde sadık iseler, imanlarını amel ile desteklemeli, yapageldiği ibadetlerle Hak kapısının azat kabul etmez kulları olmalıdır ki, gerçek ve hakikî anlamda iman etmiş olsunlar.
Bu sebeple 20. asrın, 21. asrın münevver gençleri, tamamıyla fiziğe ait dünyalarda bile metafiziğe açılan kapılar aralamalı, nazarîden pratiğe yönelmelidirler. Fizik laboratuvarından metafiziğe yani medreseden tekyeye bir yol vurup gerçeğe ulaşmanın her yolunu mutlaka denemelidirler. Aksi hâlde, Kur’ân’dan ve Resûlullah’tan asırları bulan gurbetimiz devam edeceğe benzer.
Son Güncelleme ( 02.01.2012 )
kaynak: http://tr.fgulen.com/content/view/11136/3/
"bu not benim:2)
“Asarsınız, kesersiniz diyorlar”.- Bir insanı kazansak ecri ile cennet bizim olur. -Ölüye ne anlatabiliriz ki?( Mahmut Efendi Hazretleri)
Allah’ın dinine hizmet eden din önderlerinin tek amacı insan kazanmak. Nereye tabii ki cennete insan kazanmak. Bu kazanma da hizmetleri sonucu olur. Yani cehennem çukurundan insanları çekip çıkarmak. Bunu yaparken aynı amaç ve neticede vardıkları yer ALLAH (c.c).sadece farklı yolları itikat ve amelde vardır. Yani hizmet metotları başka ama yol aynı son aynı. Hiç biri diğerinden üstün değildir sadece görev hizmetleri farklıdır.
Hepsi İslam coğrafyasındaki ovada bir çiçektir.
Yanlış anlaşılmasın daha nasip olmadı tarikat (yol) bana. Ama hepsini gönülden severim.
İsmailağa Mahmut Efendi Hazretleri cemaati, Adıyaman Menzil cemaati, İskender paşa cemaati, Süleyman Hilmi Tunahan(k.s)ve bunlar gibi adını sayamadığım cemaatler tümü benim gönlümde İslam coğrafyasındaki ovada bir çiçektir. Çiçekler çeşit çeşit olmaz mı? Cemaat bireylerinin yaptığı yanlışlar cemaati bağlamaz. Tüm Müslümanlarda böyle bilmeli ne dersiniz?
Gül alırlar gül satarlar
Seyrimde bir şehre vardım
Gördüm sarayı güldür gül
Sultanının tâcı tahtı
Bağı duvarı güldür gül
Gül alırlar gül satarlar
Gülden terazi tutarlar
Gülü gül ile tartarlar
Çarşı pazar güldür gül
Toprağı güldür, taşı gül
Kurusu güldür, yaşı gül
Has bahçenin içinde
Servi çınarı güldür gül
Gülden değirmeni döner
Onun ile gül öğünür
Akar suyu döner çarkı
Bendi pınarı güldür gül
Al gül ile kırmızı gül
Çift yetişmiş bin bahçede
Bakışırlar hâre karşı
Hârı ezharı güldür gül
Ümmi Sinan gel vasfeyle
Gül ile bülbül derdini
Yine bu garip bülbülün
Ah u figanı güldür gül
(Ümmi Sinan (?-1568))
Fethullah Gülen efendinin yazısı:>
İslâm’ın biri inanç, diğeri de amel olmak üzere iki yanı vardır. Bunlar eskilerin ifadesiyle birbirinin “lâzım‑ı gayr‑ı mufârıkı” yani ayrılmaz parçalarıdır.
İnanç; dinî literatürdeki ifadesiyle itikat, aksine ihtimal vermeyecek şekilde inanma demektir. Meselâ, Allah, Hazreti Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem), Kur’ân, ahiret vb. inanılması gerekli olan inanç manzumesindeki şeylere, aksine ihtimal vermeyecek şekilde inanma, her mü’mine mükellefiyet olarak yüklenen hususların başında gelir. Bizler böyle bir inanç seviyesine ulaşabilmek için, elimizden gelen her şeyi yaparız; daha doğrusu yapmamız gerekir.
Amele gelince; Kur’ân’ın ifadesiyle “amel‑i sâlih” yani eksiksiz, kusursuz, arızasız iş, bu da inancın yanında İslâm’ın ikinci önemli unsurudur. Meselâ, ibadet, bu konuda “olmazsa olmaz” deyimi ile ifade edilebilecek bir yere sahiptir. Namaz, oruç, hac, zekât gibi yükümlülüklere ibadet, bunları yapmaya ubûdiyet, yapana âbid, ibadet yapılan Zât’a da Mâbud denir ki bu kelimelerin hepsi de aynı kökten gelmektedir.
İbadetler, itikada ait meselelerin bir yönüyle blokajı, bir yönüyle de onları inkişaf ettiren fakülteler gibidir. Zira ibadet olmaz ve günümüzde çok yaygın bir kanaate göre hareket edilerek, din vicdanlara hapsedilirse –hafizenallah– inhiraf edip mahvolma ve tabiî ki bunun neticesi olarak dünya ve ukbâ hayatını kaybetme kaçınılmaz olur. Evet, insanın, değişik kaymalarından korunması ve inancını sağlama bağlaması ancak ibadetle mümkündür. Bu açıdan, rahatlıkla denilebilir ki, bir mü’minin kendi olması ve özüyle bütünleşmesi ancak ibadet ile olabilir. Kant’ın “Allah nazarî akılla değil, amelî akılla bilinir.” tespiti de bu hükmü doğrulama istikametinde söylenmiş olduğu kabul edilebilir.
Evet, insan ilmî araştırmalar neticesi Allah’a iman edebilir ama bu nazarî bir imandır. Onun gerçek imana dönüşmesi ve imanla hedeflenen seviyeye yükselmesi, ancak ibadet ü taatle gerçekleşebilir. Bu açıdan denebilir ki, ibadet, tabiatının bir parçası hâline gelmeyen ve onda derinleşemeyen bir insanın kayması ve yoldan çıkması daima melhuzdur. Ve buradan hareketle, “İnanıyorum ama içki de içiyorum veya namaz kılamıyorum...” diyen insanların teminat kordonlarından birinin kopuk olduğunu söyleyebiliriz. Bu kişiler sözlerinde sadık iseler, imanlarını amel ile desteklemeli, yapageldiği ibadetlerle Hak kapısının azat kabul etmez kulları olmalıdır ki, gerçek ve hakikî anlamda iman etmiş olsunlar.
Bu sebeple 20. asrın, 21. asrın münevver gençleri, tamamıyla fiziğe ait dünyalarda bile metafiziğe açılan kapılar aralamalı, nazarîden pratiğe yönelmelidirler. Fizik laboratuvarından metafiziğe yani medreseden tekyeye bir yol vurup gerçeğe ulaşmanın her yolunu mutlaka denemelidirler. Aksi hâlde, Kur’ân’dan ve Resûlullah’tan asırları bulan gurbetimiz devam edeceğe benzer.
Son Güncelleme ( 02.01.2012 )
kaynak: http://tr.fgulen.com/content/view/11136/3/
"bu not benim:2)
“Asarsınız, kesersiniz diyorlar”.- Bir insanı kazansak ecri ile cennet bizim olur. -Ölüye ne anlatabiliriz ki?( Mahmut Efendi Hazretleri)
Allah’ın dinine hizmet eden din önderlerinin tek amacı insan kazanmak. Nereye tabii ki cennete insan kazanmak. Bu kazanma da hizmetleri sonucu olur. Yani cehennem çukurundan insanları çekip çıkarmak. Bunu yaparken aynı amaç ve neticede vardıkları yer ALLAH (c.c).sadece farklı yolları itikat ve amelde vardır. Yani hizmet metotları başka ama yol aynı son aynı. Hiç biri diğerinden üstün değildir sadece görev hizmetleri farklıdır.
Hepsi İslam coğrafyasındaki ovada bir çiçektir.
Yanlış anlaşılmasın daha nasip olmadı tarikat (yol) bana. Ama hepsini gönülden severim.
İsmailağa Mahmut Efendi Hazretleri cemaati, Adıyaman Menzil cemaati, İskender paşa cemaati, Süleyman Hilmi Tunahan(k.s)ve bunlar gibi adını sayamadığım cemaatler tümü benim gönlümde İslam coğrafyasındaki ovada bir çiçektir. Çiçekler çeşit çeşit olmaz mı? Cemaat bireylerinin yaptığı yanlışlar cemaati bağlamaz. Tüm Müslümanlarda böyle bilmeli ne dersiniz?
Gül alırlar gül satarlar
Seyrimde bir şehre vardım
Gördüm sarayı güldür gül
Sultanının tâcı tahtı
Bağı duvarı güldür gül
Gül alırlar gül satarlar
Gülden terazi tutarlar
Gülü gül ile tartarlar
Çarşı pazar güldür gül
Toprağı güldür, taşı gül
Kurusu güldür, yaşı gül
Has bahçenin içinde
Servi çınarı güldür gül
Gülden değirmeni döner
Onun ile gül öğünür
Akar suyu döner çarkı
Bendi pınarı güldür gül
Al gül ile kırmızı gül
Çift yetişmiş bin bahçede
Bakışırlar hâre karşı
Hârı ezharı güldür gül
Ümmi Sinan gel vasfeyle
Gül ile bülbül derdini
Yine bu garip bülbülün
Ah u figanı güldür gül
(Ümmi Sinan (?-1568))
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)